O ERLER…

Akrep, hızla yelkovanı kovalaya dursun , hergün, aynı döngü içinde, bîçare; bizler dünyalar dolusu(!) dünya işlerimiz arasında kendimizi, varlık sebebimizi unuturken, varlık sebeplerini unutmayanlar, Rab’lerine verdikleri sözde sadık olanlar bir bir düşmekte toprağın bağrına. Yeryüzünün damarlarına taze kan verilmekte her gün. Ruhsuz bedenler can bulsun, meyyit topraklar dirilsin diye, sevdasıyla sonsuza dek diri kalacak, hiçbir zindanın yalnız bırakamadığı, hiçbir zincirin köleleştiremediği hür bedenlerden, aşkla çağlayarak akan kanlarla sulanmakta mazlum coğrafyamın dört bir yanı. Öyle bir sevda ki bu, İsmailî bir teslimiyetle, en sevdiğini En Sevdiğine feda etme yarışı…Öyle sevda ki; İbrahimî teslimiyetle en sevdiklerini, ardına dönüp bakmadan En Sevdiğine emanet edip gitme imtihanı… Ensar ve muhacir misali, malları ve canlarıyla acı çeken, işkence gören kardeşlerinin yanında olma, düşmanlarının ağızlarıyla söndürmeye çalıştıkları Allah’ın dinini üstün tutmak uğruna dünyalık her şeyden geçme sınavı. Öyle bir sevda ki; candan, canandan geçilesi, seve seve yollara dökülesi bir sevda…

Vakit, artık yola düşme vaktidir. Gece ayazlarında teheccüdlerle buluşma vaktidir. Sarp dağların doruklarında, güneşle uyanan kuşlarla hasbihal etme vaktidir. Vakit, yeni doğan günün şafak vaktidir, ölümcül derin uykulardan uyanma vaktidir. Ötelerden habersiz dünyalara, öteleri anlatma, tek ve gerçek kurtuluş nizamını ulaştırma vaktidir.

Ölüm…Nedir ki ölüm? Ölüme güle oynaya gider mi insan? İddia ediyoruz ki, Evet. “Ben ölümü öldürmüşüm, gayrı ne yapsın bana ölüm” diyen yiğitler ispatlar bu iddianın ne denli gerçek olduğunu ve kanlarıyla imza atarlar bu gerçeğin altına. Ne anlamlı bir sözleşmedir bu, ne kârlı bir alışveriştir fani olanı verip baki olanı almak. “Ölümü öldürüş”… Ve ötesinde sonsuz hayata adım atış…Uğrunda can verilen Sevgiliyle vuslat anı. Allah ve dini uğrunda, buradaki bütün kıymetlilerden geçerek, karşılığında en kıymetlilerin bile bir anda kıymetlerini yitirdiği, görülebilen ve görülemeyen bütün soyut ve somut maddeler üstü, “Allah’ın rızası” hedefine ulaşmak. Alev deryasında kulaç atmaya çalışırken, çiçek bahçesinin rayihalarını soluklamak. Dikenli yollardan geçmeye çalışırken, kuştüyü yataklarda uyanmak.

Şairin “ Dünyada renk, nakış, desen ne varsa küsüm, Gözümde son marifet, Azrail’e tebessüm”(1) diye tarif ettiği o son hünere şahitlik eder her bir nurlu çehre… Mahşer gününde Allah’a sunacakları, O’na verdikleri sözde durduklarının ispatı olan kanlarının altında, pırıl pırıldır simaları. Ve tebessüm eder her biri…Neler görmüşler, Mevla nelerle ikram etmiştir onlara bilinmez ama her bir kutlu nefer, sonsuz bir huzur içinde gülümseyerek kanatlanmıştır Sevgili Yurduna doğru.

Düğününe geç kalmış damadın tatlı heyecanıyla koşarlarken Allah için can alıp can vermeye, korku, endişe nedir bilmez onlar. “Allahu ekber” nidaları sararken yerleri ve gökleri, bütün mevcudat eşlik eder tekbirlere. Allah’ın ordularından bir ordu olan kuşlar bölüğü, mermilerin önünde, uçakların altında siper ederler kendilerini, bu vuslat aşıklarına. Her daim Allah’ın nizamını üstün tutarak sürdürdükleri hayatlarını şehadetle taçlandıran kısmetliler, kurtuluş ordusunun saflarına katılırlar bir bir. Onları, sevgililerine uğurlayan analar, bacılar, içlerine akıtırlar gözyaşlarını, bir damlasını düşürmezler toprağa ki, sevdiklerinin diken dahi batmasına kıyamadıkları bedenlerinden oluk gibi akan kanlarının saflığı bozulmasın toprakta...Bozulmasın ki, ab-ı hayat olup yeryüzünün damarları şenlensin onlardan sebep. Can suyu olsun kurumuş topraklara ki; başka başka diyarlarda boy versin ekinler. Meyveye dursun kurumuş dallar. Başaklar toprağı delip kıyama kaldırsınlar başlarını, güneşe dönsünler yüzlerini hep birlikte. Hakkı haykırsınlar Hakk tanımayan dünyaya. Ammar’ın, Yasir’in imanını duyursunlar nemrudî düzenlere.

O yiğitler ki; dönüş gemilerini yakan Tarık’ın askerleri gibidir onlar. “Ya zafer ya şehadet” diyerek teslim olan Allah erleridir. Teslim olmanın anlamını somutlaştırıp idrakimize kabul ettirenlerdir. Mus’ab ruhuyla, Hamza yüreğiyle, Allah’tan başkasına eğilmeyen başlarıyla, Hak yolunda, ilay-i kelimetullah güzergâhında yaktıkları meşalerle yolumuzu aydınlatanlardır. Halid bileğiyle, Ali bakışlarıyla zalimin yüreğine korku salanlardır. Bu kutlu direnişe katılanlar, dirilişi doğuranlardır. Müslüman olmanın bedelini, kimlik Müslümanlarına öğretenlerdir onlar. İnsan takatinin tükendiği yerde, ilahi kuvvetin devreye girdiğinin yüzlerce ispatını sunarlar, hakikatları göremeyen kör gözlerimize. Göklerin ordularıyla birlikte, dünya üzerindeki masum ve mazlum Müslümanların yardımcı kuvvetleridir onlar. Küffara karşı meleklerle omuz omuza çarpışır, ateşin içinden İbrahim misali yürür geçerler. Kurşun yaraları ölümü değil, cenneti getirir onlara… Doğarken ölüme nişanlı olduğunu unutmayıp nikaha koşa koşa gidenler, ölü ve ölümlü hayatın uzun yaşanmışlığına aldanmayıp, kısa ama dopdolu bir hayatı ve ötesini seçenlerdir o yiğitler.

Rabbimizin” Müminlerdendir o erler ki; Allah'a verdikleri ahde sadakat gösterdiler. Kimi adağını ödedi (canını verdi), kimi de beklemektedir. Onlar, ahidlerini hiç değiştirmediler. (Ahzap 23)” diye bildirdiği erlerdir onlar. Onlar sözlerinde durdular, sözlerini unutmadılar. Adaklarını yolladılar Alemlerin Rabb’ine seve seve...Ahidlerini değiştirmediler.

Akrep, hızla yelkovanı kovalaya dursun her gün, aynı döngü içinde, bîçare, bizler dünyalar dolusu(!) dünya işlerimiz arasında kendimizi, ahdimizi unuturken, ahidlerine sadakat gösterenler, Rab’lerine verdikleri sözde sadık olanlar bir bir düşüyor toprağın bağrına. Yeryüzünün damarlarına kan veriliyor her gün..Her yerde filizler boy veriyor…Çiçek açıyor kurumuş dallar. Ve ölümü öldüren ölümsüzler kafilesi, şafak vaktini müjdeliyor bütün mazlumlara…

(1) : Necip Fazıl Kısakürek

Nesibe Çiğdem

0 yorum:

Yorum Gönder