Şeyh Ahmet Yasin Unutulmadı (1937-2004)



"Benim için hapiste 100 yıl kalmak karşılığında birtakım tavizler vererek çıkmaktan iyidir."
Kutsal Direnişin Manevi Lideri: Şeyh Ahmed Yasin Filistin'de işgale karşı iki ayrı intifadanın öncülüğünü yapan, vücudunun felçli olmasına rağmen Allah yolunda mücadeleden, direnişten geri kalmayan büyük insan, büyük lider, HAMAS'ın manevi lideri Şeyh Ahmed Yasin siyonistlerin düzenledikleri bir suikast neticesi 22 Mart 2004 tarihinde hayatını kaybetti. Şeyh Yasin, evinin yakınındaki camide sabah namazını kılmasının ardından işgalci Siyonistlerin helikopterleri tarafından fırlatılan füzelere hedef olarak şehit oldui. Saldırıda ikisi Ahmed Yasin'in yardımcısı olmak üzere dört kişi daha hayatını kaybetti.
Şeyh Yasin'in Hayatının Özü: İbadet, Hicret, Cihad ve Şehadet
Şeyh Ahmed Yasin'in hayatını dört kelimeyle özetlemek mümkündür: İbadet, hicret, cihad ve şehadet. Bu dört kelime aynı zamanda nebevi çizgiyi, peygamberlerin bize gösterdiği kutsal yolu özetlemektedir. O, insanın bu dünyaya Allah'a kulluk görevini yerine getirmek üzere gönderildiğine bütün kalbiyle inanmış ve işte bu inancın kazandırdığı teslimiyet duygusuyla Allah'a teslim olmuş, ona kulluk görevini özenle yerine getirmek için çalışan biriydi. Allah'a olan bu teslimiyeti onu, dünyevi hesaplarla zalimlere teslim olmaktan alıkoydu. Dolayısıyla kulluk teslimiyetiyle, bu vasfın kendisine kazandırdığı kula kul olmama onurunu bir araya getirmeyi başardı. Böylece hak bildiği yoldan asla sapmadı, zalimler karşısında zerre kadar taviz vermedi. Tertemiz vatanı işgalci Siyonistler tarafından işgal edilince 11 yaşında ailesiyle birlikte hicret etmek suretiyle birçok peygamberin hayatına girmiş olan hicret olayını yaşadı. İçinde bulunduğu şartların kendisine diğer kulluk görevlerine ek olarak cihad yükümlülüğünü de yüklediğini bildi ve bedensel özürlü olmasını bu konuda mazeret olarak gösterme yoluna gitmeksizin, bir kaçamak yolu aramaksızın cihad ve direniş hususunda başkalarına örnek olmak için hep gayret sarf etti. Sonunda Allah'a kulluk bilinci içinde cihad ve direnişe adadığı 67 yıllık ömrünü, bir seher vaktinde, cemaatle kıldığı sabah namazının ardından kucakladığı şehadetle tamamladı.
Onun hayatını biraz daha ayrıntılı okuduğumuz zaman yukarıdaki dört kelimenin gerçekten bu hayatı özetlediğini daha açık bir şekilde görürüz.
Şeyh Yasin'in Hayatı
Ahmed Yasin 1937 yılında Filistin'in Askalan şehrinin el-Cevra köyünde dünyaya geldi. Üç yaşında iken babası vefat etti. Bundan sonra annesinin ve kardeşlerinin himayesinde büyüdü. 1948 yılında yahudilerin Filistin'in büyük bir bölümünü işgal etmelerinin yol açtığı felaket üzerine ailesi Gazze şehrine göç etti.
Ahmed Yasin, 1952 yılında Gazze şehrindeki İmam Şafii Okulu'nda ilköğrenimini tamamladı. Sonra er-Rihal Ortaokulu'nda ortaöğrenimini tamamladı. Lise öğrenimini de 1958 yılında Filistin Lisesi'nde tamamladı. Ahmed Yasin, hayatının gerek bu döneminde gerekse sonraki dönemlerinde pek çok önemli olaya şahit oldu. Bütün bu olayların onun üzerinde önemli etkileri oldu.
1952 yazında bir yüzme faaliyeti esnasında kafasının üstüne düştü ve boyun kemiği kırıldı. Bu yüzden bütün vücudu felç oldu.
Liseyi bitirdikten sonra bazı ilim adamlarından özel dersler aldı. Bunun yanı sıra kendi özel çalışmalarıyla da kendini çok iyi yetiştirdi. Çevresinde zeki ve kültürlü biri olarak tanınırdı. Özel öğrenimini tamamladıktan sonra öğretmen olarak görev aldı.
Direniş İçin Halkı Bilinçlendirmesi
1967 yılında Filistin'in tamamının Siyonist işgalcilerin eline geçmesi üzerine insanlar vatanlarını işgalden kurtarma mücadelelerinde kendilerine önderlik edecek birilerini aramaya başladılar. İşgalci yahudilerden gelen tehlike konusunda insanların şuurlandırılmasında Şeyh Ahmed Yasin'in büyük rolü oldu.
Gazze'de İslâm Merkezi'ni kurmasından sonra iyice tanındı ve Filistin'in her tarafında adı duyulmaya başladı. Bu durum işgal yönetimini son derece rahatsız etti. Bu yüzden onu defalarca polis merkezine çağırdı.
Zindan ve Direniş
1984'te Ahmed Yasin ve yardımcılarından pek çok kimse tutuklandı. Yürütülen soruşturma sonunda Ahmed Yasin, İsrail devletini yıkarak yerine İslâmi bir devlet kurmak için çalıştığı gerekçesiyle 13 yıl hapse mahkûm edildi. Ancak on bir ay sonra Filistinlilerle işgalciler arasında bir esir değişiminde serbest bırakıldı. 1985'te gerçekleştirilen bu esir değişiminden sonra Şeyh Ahmed Yasin yine Filistinli kitlelerin Siyonist işgalcilere karşı sürdürdükleri cihadlarında başlarına geçti.
HAMAS'ın Ortaya Çıkışı ve İntifada
Ahmed Yasin 8 Aralık 1987'de başlayan intifadanın öncüsü durumundaki İslâmi Direniş Hareketi (HAMAS)'nin kurucusudur. HAMAS'ın kökeni Müslüman Kardeşler cemaatine dayanır ve Ahmed Yasin de bu cemaatin Filistin kanadının bir mensubuydu. Ancak 1987'ye gelindiğinde işgale karşı fiili mücadeleyi organize edecek bir direniş örgütüne ihtiyaç olduğu görüldü. Bu konuda Müslüman Kardeşler'in genel idaresiyle de istişare edilerek Filistin'e özel olarak böyle bir teşkilat kurulması kararlaştırıldı. İşte bu karar neticesinde Şeyh Yasin'in öncülüğünde Filistin İslâmî Direniş Hareketi (HAMAS) ortaya çıktı. Bu itibarla HAMAS, Müslüman Kardeşler'den bir kopma değildir.
HAMAS ilk olarak ismini 8 Aralık 1987'de patlak veren intifadayla duyurdu. Sonra da bu intifadayı yönlendirmesiyle kısa sürede bütün dünyada tanındı.
Ahmed Yasin bütün hayatı boyunca bu teşkilatın manevi lideri olarak bilindi ve intifadanın devamında bir motor görevi gördü.
Yeniden Zindan
Siyonistler, 18 Mayıs 1989'da Şeyh Ahmed Yasin'i yeniden tutukladılar. Onunla birlikte İslâmi Direniş Hareketi mensubu pek çok kimseyi de tutukladılar. Bu tutuklama, intifadayı durdurmayı amaçlayan sonuç getirmeyecek bir uygulamaydı. Ancak siyonistler umduklarını bulamadılar. Çünkü bu olay üzerine intifada daha da şiddetlendi.
Mahkemeye Çıkarılışı ve Onurlu Tavrı
Uzun oyalamalardan sonra Şeyh Yasin 3 Ocak 1990'da mahkeme önüne çıkarıldı ve 15 suçlamadan yargılandı. Ahmed Yasin'in mahkeme mensuplarına söylediği söz şu olmuştu: "Bu mahkeme kanuni olarak beni yargılama hak ve yetkisine sahip değildir. Çünkü bu mahkeme işgalciler tarafından kurulmuştur. Dolayısıyla tamamen gayri meşru ve kanundışıdır."
Bu ilk duruşmadan sonra yargıç yeniden duruşmayı belirsiz bir tarihe erteledi. Daha sonra Siyonist yönetim Şeyh Ahmed Yasin'in 6 Ekim 1991'de mahkeme önüne çıkarılacağını açıkladı. HAMAS bu sırada, Şeyh Ahmed Yasin'in yargılanmasını protesto için genel grev ilan etti. 16 Ekim 1991'de de mahkemenin verdiği zulüm hükmü açıklandı. İsrail askeri mahkemesi HAMAS'ın kurucusu Şeyh Ahmed Yasin'i ömür boyu hapis cezasına çarptırdı. Mahkeme ona ayrıca, öldürme emirleri verdiği ve İsrail'i yıkarak yerine İslâmi bir devlet kurmayı amaçlayan kanun dışı (!) örgüt kurduğu iddiasıyla on beş yıl hapis cezası verdi.
Zindan Onu Yıldıramadı
İsrail yönetimi söz konusu cezaya mahkûm ettikten sonra Ahmed Yasin'le zaman zaman pazarlıklar yapmak ve ona serbest bırakılması için bazı şartları kabul ettirmek istedi. Bir keresinde İsrail'i tanıdığını ve imzalanan özerklik anlaşmalarına olumlu baktığını açıklaması karşılığında serbest bırakma teklifinde bulundu. O bunu kesinlikle kabul etmedi. Daha sonra İsrail'i tanıma şartından vazgeçerek sadece özerklik anlaşmalarını kabullenmesini şart koştu. Bunun üzerine Ahmed Yasin: "Bana dışarı çıktığımda karpuz yemememi şart koşsanız bile yine kabul etmem. Çünkü ben işgal rejimini muhatap kabul etmiyorum ki onun şartını kabul edeyim" cevabını verdi.
Tavizsiz Bir Kararlılık
Ahmed Yasin, sağlık durumunun kötüleşmesine, maruz kaldığı kötü uygulamalara ve bedensel özürlü olması dolayısıyla zindanda çektiği sıkıntılara rağmen işgalciler karşısında hiçbir taviz vermedi. Onun şu sözü davası ve inancında ne kadar kararlı olduğunu açıkça ortaya koymaktadır: "Benim için hapiste 100 yıl kalmak karşılığında birtakım tavizler vererek çıkmaktan iyidir." Onun işgal rejiminin mahkemesi karşısına çıkarıldığı sıra söylediği sözler de inancındaki kararlılığının bir göstergesiydi.
Örnek Bir Sabırlılık
Şeyh Ahmed Yasin sekiz yıl süren zindan hayatı boyunca kararlılığından hiç bir şey kaybetmedi ve siyonist yönetimi muhatap kabul etmeme konusundaki tutumunu değiştirmedi. O gerçekten Hz. Yusuf (a.s.)'ı kendisine örnek almış bir insandı. Bu sebeple müstesna bir sabırlılık örneği sergiledi. Zindanın ızdırabı onu dvasından taviz vermeye zorlamadı.
Kur'an-ı Kerim'de Yusuf (a.s.)'la ilgili olarak, ona tuzak kuran kadının şöyle dediği bildirilir: "Andolsun ben onun nefsine yaklaşmak istedim ancak o iffetlilik gösterip sakındı. Ama eğer kendisine emrettiğimi yapmazsa mutlaka zindana atılacak ve mutlaka küçük düşürülenlerden olacak." Buna karşılık Yusuf (a.s.) şöyle demiştir: "Rabb'im! Zindan benim için onların çağırdıkları şeyden daha sevimlidir. Eğer onların düzenlerini benden savmazsan onlara meyleder ve cahillerden olurum." (Yusuf, 12/32-33) İşte Ahmed Yasin de aynen bu tavrı kendine örnek alarak: "Ey Rabbim! Zindan benim için siyonistlerin gayri meşru işgallerini onaylamaktan, meşru olmayan bir hâkimiyeti meşru görmekten hayırlıdır" dedi ve işgalcilerin taleplerini kabul etmeyip zindanda kalmayı yeğledi.
Zindandan Çıkarılması
Ne kadar ilginçtir ki Şeyh Yasin siyonistlerin taleplerini kabul etmek yerine zindanı tercih ederken aynen Yusuf (a.s.) örneğinde olduğu gibi kendisini zindana atanlar serbest bırakmaya zorlanmışlardır. Amman'da HAMAS'ın Siyasi Birimi başkanı Hâlid Meş'al'e suikast girişiminde bulunan MOSSAD ajanlarının Meş'al'in koruma görevlileri tarafından yakalanıp polise teslim edilmeleri üzerine İsrail başbakanı Netanyahu, Ürdün kralı Hüseyin'le pazarlık etmeye ve Ahmed Yasin'i serbest bırakmaya zorlanmıştır.
Şeyh Ahmed Yasin sekiz buçuk yıla yakın bir süre zindanda kaldıktan sonra 30 Eylül 1997 Salı akşamı serbest bırakılarak tedavi edilmek üzere Ürdün'ün başkenti Amman'a getirildi. Ancak bu serbest bırakma olayıyla ilgili iki önemli iddia ortaya atıldı. Bunlardan biri, Ahmed Yasin'in serbest bırakılmayıp Ürdün'e sürgün edildiği, diğeri ise 25 Eylül 1997 Perşembe sabahı Ürdün'ün başkenti Amman'da HAMAS Siyasi Birimi başkanı Halid Meş'al'e karşı suikast girişiminde bulunan ve ellerinde Kanada pasaportu taşıyan iki MOSSAD ajanına karşılık serbest bırakıldığı iddiasıydı. Bunlardan birincisini gelişmeler yalanladı. İkincisi ise tamamen İsrail ile Ürdün kralı arasında gerçekleşen pazarlıkla ilgiliydi. Bu pazarlıkla HAMAS'ın veya Ahmed Yasin'in hiçbir ilgisi olmamıştı. Aksine pazarlık tamamen onların bilgileri dışında gerçekleşmişti.
"Vatanıma Geri Döneceğim"
Ahmed Yasin sürgün şüphesine karşı çıkarılmadan önce kesin pazarlığını yapmıştı. Onun bu pazarlığı davasındaki kararlılığını ve örnek bir tavır sergilediğini de gösteriyordu. O zaman hasta yatağında, acil tedaviye ihtiyacının olmasına rağmen: "Benim buradan çıkarılmam vatanımdan çıkarılmam anlamına gelmeyecek. Ben bu topraklara dönme hakkımı muhafaza edeceğim" diyerek Filistinlilere: "Bu vatana sahip çıkma konusunda asla gevşeklik göstermeyin. İşgalciler sizin en ufak bir zaafınızı kendi sinsi politikaları için kullanabilirler, buna fırsat vermeyin" mesajı iletti.
Şeyh Yasin tedavi için Amman'a götürülürken yaptığı açıklamada da zindandan çıkarılması öncesindeki pazarlıklarından söz ederek, Amman'a tedavi için geldiğini ve Allah'ın izniyle sağlığına kavuşması durumunda vatanına geri döneceğini ifade etti. Açıklamasında ayrıca, işgal yönetiminden yurduna geri dönmesine müsaade edileceğine dair yazılı bir belge verilmeden, kendisini Remle'den alıp Amman'a götürmek için gelen Ürdün helikopterinin kalkmasına izin vermediğini dile getirerek istediği zaman vatanına geri dönme hakkının saklı olduğuna dair yanında yazılı belge bulunduğunu dile getirdi. Böylece sürgünle ilgili iddiaların asılsız olduğu kesinlik kazanmış oldu.
Örneği Yusuf (a.s.) İdi..
O, zindandan çıkarılmadan önce vatanına dönmesine müsaade edileceğine dair yazılı belge istemesiyle de tam anlamıyla Hz. Yusuf (a.s.) tavrı sergilemişti. Zindandan çıkarılacağı haberinin kendisine ulaşmasına rağmen hiç heyecana kapılmadan ve tam bir kararlılık göstererek hakkında çıkarılacak spekülasyonlara meydana vermemek ve vatanına olan bağlılığını, ona karşı duyarlılığını ortaya koymak için işgalcilerden yeniden vatanına dönmesine müsaade edileceğine dair yazılı belge istedi. Bu tam anlamıyla Hz. Yusuf (a.s.) kararlılığıdır.
Kur'an-ı Kerim'de Hz. Yusuf (a.s.) hakkında şöyle buyuruluyor: "Hükümdar: "Onu bana getirin" dedi. Bunun üzerine ona elçi gelince: "Efendine dön de ona sor: "Ellerini kesen kadınların durumları neydi? Şüphesiz Rabbim onların düzenlerini bilir" dedi. (Hükümdar kadınlara): "Yusuf'un nefsine yaklaşmak istediğinizde sizin durumunuz neydi?" dedi. Onlar: "Hâşâ! Allah için biz ondan hiç bir kötülük görmedik" dediler. Azizin hanımı da dedi ki: "İşte şimdi gerçek ortaya çıktı. Ben onun nefsine yaklaşmak istedim. O ise gerçekten doğru söyleyenlerdendir." (Yusuf, 12/50-51) Yusuf (a.s.) zindanda o kadar ızdırap çekmesine rağmen hakkındaki dedikoduların kaynağını kurutmadan çıkmamayı tercih etmişti. Ahmed Yasin de çektiği bütün ızdıraplara ve acil tedaviye ihtiyaç duymasına rağmen vatanına döneceğinin garantisini almadan zindandan çıkmadı.
Kral Hüseyin'le İsrail Arasındaki Pazarlık
Suikastçı MOSSAD ajanlarının İsrail'e iadesi konusundaki gelişmeler hakkında da şu bilgilerin aktarılmasını yararlı görüyoruz:
Bu konuda Ürdün kralıyla İsrail arasında bir pazarlık olduğu doğrudur. Çünkü HAMAS'ın Siyasi Birim başkanı Halid Meş'al'e suikast girişiminde bulunan iki MOSSAD ajanı Meş'al'in koruma görevlileri tarafından yakalanıp Ürdün polisine teslim edilmişti. Bu durumda Ürdün'ün onları İsrail'e teslim etmesinin büyük bir gürültüye sebep olacağı kesindi. Ama İsrail de ajanlarının Ürdün'de kalmasının ileriye dönük hesaplarına zarar vereceğinden korkuyor bu sebeple onların kendisine teslim edilmesi için bastırıyordu. Bu durum karşısında Kral Hüseyin olayın üstünü kapatacak ve halktan gelecek tepkilerin önüne set çekebilecek bir karşılığa ihtiyaç olduğunu düşünmüş, böyle bir amaç için en iyi karşılığın da Şeyh Yasin'in serbest bırakılması olacağı kanaatine varmıştı. Buna binaen o zamanki İsrail başbakanı Benjamin Netanyahu ile söz konusu iki ajanın teslim edilmesi karşılığında Şeyh Yasin'in zindandan çıkarılması üzere gizli bir anlaşma yapmıştı.
Bu Pazarlıktan Şeyh Yasin'in Haberi Olmadı Kral Hüseyin'le Netanyahu arasında gerçekleşen pazarlık ve bu konunun arka planında gelişen olaylar tamamen Ahmed Yasin'in ve HAMAS'ın iradesi dışında cereyan ettiğinden ve çevrilen oyunlar bütünüyle Ürdün - İsrail arasında vuku bulduğundan gelişmeler, bu konuda Şeyh Yasin'e ve HAMAS'a yöneltilen ithamları yalanladı. Söz konusu pazarlık Ürdün kralı Hüseyin'in kendi saltanatını korumak için izlediği zikzaklı politikasının bir yansımasıydı.
Kral Hüseyin, pazarlık yapıldığı iddialarının doğru olmadığını ve Halid Meş'al'e suikast girişiminde bulunan MOSSAD ajanlarının Ürdün'de yargılanacaklarını açıklamasına rağmen Şeyh Yasin'in Amman'da bir süre tedavi gördükten sonra Gazze'ye dönmesinin ardından söz konusu ajanları İsrail'e teslim etti.
HAMAS olayın hemen ardından yaptığı açıklamada teslim işine şiddetle tepki gösterdi. Açıklamada şu ifadelere yer verildi:
"Biz MOSSAD adlı terör örgütüne mensup ajanların yargılanmalarını beklerken onların siyonist yönetime teslimi yönünde gelişmeler olmasına şaşırdık. HAMAS, hareketin Siyasi Birimi'nin başkanı kardeşimiz Halid Meş'al'e karşı suikast girişiminde bulunan MOSSAD ajanlarının Ürdün hükümeti tarafından siyonist işgal yönetimine teslim edilmesini büyük bir üzüntüyle karşılamıştır. Bu hareket siyonist teröre karşı yumuşak tavır gösterilmesi anlamına gelir ki böyle bir tavır da onlara daha çok cesaret kazandıracak dolayısıyla benzer girişimleri tekrarlamaya teşvik edecektir. Bu ise Ürdün'ün istikrar ve güvenine zarar verecektir. Siyonist yönetimin başbakanı Benjamin Netanyahu'nun Ariel Şaron ve İzak Mordohay adlı iki teröristi de yanına alarak dün akşam televizyonda yaptığı açıklama ve işgale karşı direnenler nerede olurlarsa olsunlar kendilerini izleyecekleri yönünde sözler sarfetmesi bizim görüşlerimizi doğrulamaktadır."
Şeyh Yasin Yeniden Gazze'de
Şeyh Ahmed Yasin, Amman'da bir süre tedavi gördükten sonra vatanı Filistin'e ve ailesinin ikamet ettiği Gazze'ye döndü. Zindan hayatı boyunca çektiği sıkıntılar, eziyetler onu yıldırmamıştı. Çünkü Gazze'ye dönüşünün ardından hemen Filistin direnişindeki manevi lider mevkiine yeniden oturarak mücadelesini kaldığı yerden devam ettirmeye başladı.
Bir Direniş Önderi Olarak Ahmed Yasin
Şeyh Ahmed Yasin, bütün dünyada Filistin İslâmi Direniş Hareketi (HAMAS)'ın kurucusu ve manevi lideri olarak bilinir. Fakat o sadece belli bir oluşumun, örgütün değil Filistin'de bir neslin yeniden dirilişine, uyanışına ve kimliğine sahip çıkmasına vesile olan kutsal bir direnişin önderidir. Dolayısıyla o Filistin'in, Filistin davasının, siyonist işgale karşı verilen kutsal bir mücadelenin önderidir. İşgale karşı 1987'de başlatılan birinci intifadaya o öncülük etmiştir. 2000 yılında başlatılan Aksa İntifadası'nın da en önemli manevi önderi ve motoru olmuştur. Bundan dolayı Filistin'de o "iki intifadanın şeyhi (yani lideri, önderi)" olarak bilinmektedir. O, HAMAS'ı, Filistin'de belli bir kesimi diğer kesimlerden ayrıştırmak amacıyla değil, sahip olduğu İslâmi bilincin işgale karşı verilen mücadeleye öncülük etmesi, yani toplu bir direnişin başlatılması için kurmuştur. HAMAS'ın çok kısa süre içinde oldukça geniş bir kitlesel destek elde etmesinin en önemli sebebi de işte bu anlayıştır. Bu anlayışından dolayıdır ki o HAMAS'ı, Filistinlileri birbirine kırdırma amacına yönelik fitne çabalarından uzak tutmayı, böylece işgale karşı verilen mücadelede safların birliğini korumayı başarabilmiştir. Bu özelliğinden dolayı o sadece bir örgütün, oluşumun değil siyonist işgale karşı verilen kutsal mücadelenin manevi lideriydi. Sol gruplar ve hıristiyanlar da dâhil olmak üzere, siyonist işgalcilerin gasp ettiği hakların geri alınması, Filistin'in yeniden özgürlüğüne kavuşması gerektiğine inanan tüm Filistinliler tarafından karizmatik bir lider, bir dava önderi olarak biliniyordu. Şehadetinden sonra hıristiyanların bile onun için dua etmeleri, canileri protesto amacıyla gösteri düzenlemeleri zaten bunu apaçık bir şekilde ortaya koymuştur.
İsrail'in Hedefindeki Ahmed Yasin
Şeyh Yasin'in serbest bırakılmasına rağmen işgal devleti onun çalışmalarından rahatsız oluyordu. Bu yüzden onu sıkı bir takip altına almıştı. Onu öldürmek için çeşitli girişimlerde bulundu. Bir keresinde, bir tanıdığının ziyaretinde bulunduğu sırada gittiği evi tespit ederek F-16 tipi uçaklardan füzeler fırlattı. O saldırıda yardımcısı İsmail Heniye'yle birlikte ziyaret ettiği apartman katının bayağı tahrip olmasına rağmen Şeyh Yasin ve Heniye mucizevî bir şekilde sağ kurtuldular. Bu olay da gösteriyordu ki Şeyh Yasin işgal devletinin takibi altında ve hedefindeydi. Ama elinde oldukça geniş teknik imkânların bulunmasına, Filistinlileri her taraftan kuşatmaya almasına ve aralarına adeta hamam böcekleri gibi ajanlar salmasına rağmen her zaman istediği cinayet planını gerçekleştirme fırsatı bulamıyordu. Bunda alınan tedbirlerin yanı sıra, bazı endişelerin rolü de oluyordu.
Halkla İç İçe Bir Lideri Yakın Korumaya Almanın Zorluğu
İşgal devletinin zikrettiğimiz olaydan önce benzer bir saldırı gerçekleştirmemiş olması Ahmed Yasin'e insafından veya onun yaşamasını arzulamasından ileri gelmiyordu tabii ki. HAMAS da liderlerini işgal devletinin cinayet planlarına karşı koruyabilmek için Filistin şartlarında yapılması mümkün olanların en iyisini yapmaya çalışıyordu. Ama bir tarafta bütün emperyalist güçlerin askeri ve teknolojik yönden desteklediği, tüm Filistin'i sıkı kuşatmaya alan ve sahip olduğu maddi imkânları, vicdani değerlerden soyutlandıkları için dünyevi çıkarların hatırına başkalarına uşaklık yapma zilletini kabullenebilen kişileri satın almada kullanan güç vardı. Böyle olmasına rağmen işgal devleti daha önce kendisine ağır darbeler vuran Yahya Ayyaş'ın izini bulabilmek için yedi yıla yakın bir süre arama yapmak zorunda kaldı. Yine HAMAS'ın askeri kanadının lideri Şeyh Salah Şahade'nin izine rastlayabilmek için de en az iki yıl her tarafta adamlarını seferber etmek zorunda kaldı. Ahmed Yasin ise askeri bir lider değil manevi bir lider olduğundan kitlelerle iç içeydi. Dolayısıyla onu gözlerden uzak tutmak mümkün değildi. Buna rağmen özellikle yukarıda zikrettiğimiz cinayet girişiminden sonra tedbirler artırılmıştı. Ama bu tedbirlerin İsrail işgal devletinin onun izini bulmasını engellemede yeterli olmayacağı biliniyor, bu yüzden böyle bir cinayetin kendisine çok ağır bir bedele mal olacağı korkusunun işgal devleti üzerinde daha etkili olacağı düşünülüyordu. Ama buna rağmen işgal devletinin böyle bir ağır bedeli göze alması da ihtimal dışı görülmüyordu.
Kelle Koltukta Yaşamak
Aslında Filistin davasında direnişe öncülük etmek kelleyi koltuğa alarak yaşamaya başlamak anlamına gelir. Buna rağmen elbette mücadelenin stratejisini ona göre geliştirmek ve düşmana karşı gereken tedbirleri almak gerekir. Ama zamanımızda birçoklarının tedbir almakla teslim olmayı birbirine karıştırdıklarını görüyoruz. Eğer tedbir almak düşmanın amaçlarını gerçekleştirmesine yardımcı olmayı gerektirecekse o zaman yerine göre canını feda etmeyi, kelle koltukta yaşamayı göze alabilmek gerekir. İşte sahabilerin yaptıkları da buydu. Yerine göre kendilerini sonucunun ölüm olması kesin gibi görünen risklerin içine atabiliyorlardı. Ama bunda bir beklentileri vardı: İman çağrısının önündeki engelleri kaldırmak ve küfrün kalelerini yıkabilmek. Bunun yapılması eğer birilerinin söz konusu fedakârlığı yapmalarını gerektiriyorsa, bunun mutlaka yapılması gerekir. Eğer bir yerde zulme, işgale ve haksızlığa karşı mücadele edilmesi gerekiyorsa, mutlaka bu mücadeleye birilerinin öncülük etmesi gerekir. Bu öncülük şartlar gereği kelle koltukta yaşamayı ve ciddi riskleri göze almayı gerektirebilir. İşte Filistin'deki durum da budur. Şimdiye kadar Filistin direnişinde pek çok lider şehit edildi. İzzettin Kassam, Dr. Fethi Şikaki, Cemal Selim, Cemal Mansur, Yahya Ayyaş, Salah Şahade, Abdülaziz Rantisi, İsmail Ebu Şenneb, İbrahim el-Mukadime, Halil el-Vezir (Ebu Cihad), Ebu Ali Mustafa ilk akla gelen isimlerden bazıları. Ama bunlar hayatlarını kaybettiler diye diğerleri "biz artık bu işte yokuz" demiyorlar. Bayrağın yere düşmemesi için aynı riski göze alarak şehitlerin bıraktıkları noktadan mücadeleyi, direnişi sürdürüyorlar. Bütün emperyalist güçlerin siyonist işgal devletine destek vermelerine, etkili medya organlarının uluslar arası Siyonizm hesabına çalışmasına ve pek çok ekonomik kuruluşun siyonist devletin ayakta kalması için yardım etmesine rağmen, çoğunlukla kendi yağlarıyla kavrulmak zorunda kalan Filistinli direnişçilerin bunca zamandır yılmadan mücadeleyi sürdürebilmelerinin sırrı da buradadır.
"Allah Yolunda Şehitlik En Yüce Arzumuzdur"
Ahmed Yasin, Müslüman Kardeşler'in terbiyesiyle yetişmiş bir önderdi. Bu cemaatin eğitim sisteminde tüm müntesiplere ezberletilen ve özümsetilen temel ilkelerden biri de "Allah yolunda şehit olmak en yüce arzumuzdur (: eş-Şehadetu fi sebili'llah a'lâ emâninâ)" ilkesidir. Hatta eğitim amaçlı genel toplantıların ve törenlerin birçoğunda bu ilkeler tekrar edilir. Bazıları belki bu ilkeyi dilleriyle söylerken kendilerini zorlayan dünyevi zevklerden kaynaklanan tüm duygusal engelleri aşabilenler kalplerinden geldiği şekilde, özümsemiş ve benimsemiş olarak söylerler. Biz inanıyoruz ki Şeyh Yasin işte bu ilkeyi iliklerine kadar özümsemiş ve kalbinden gelen bir arzuyu aynen diline yansıtarak söyleyebilen bir insandı.
Cinayet Devleti İsrail ve Ahmed Yasin'e Suikast
Siyonist işgal devletinin temeli cinayetlerle, saldırılarla, katliamlarla atılmıştır. Bugüne kadar ayakta kalabilmek için de sürekli cinayetler ve katliamlar gerçekleştirmeye ihtiyaç duymuştur. Şeyh Ahmed Yasin, herkesin bildiği gibi tekerlekli sandalyeye mahkûm felçli bir insandı. Ama işgalci siyonist devlet onun bu haline rağmen iman gücü ve kararlılığı ile direnişçileri sürekli cesaretlendirdiğini görüyor, bu yüzden varlığına tahammül edemiyordu. Dolayısıyla onu tasfiye etmek için birçok kez plan yaptı. Bazılarında başarılı olamadı, bazılarında da doğacak sonuçtan korktuğu için çekingen davrandı. Ama en sonunda yine canilik, eşkıyalık tarafı ağır bastı ve 22 Mart 2004 tarihinde yine havadan uçaklarla füzeler fırlatarak Şeyh Yasin'i sabah namazından çıktığı sırada şehit etti.
Cinayetin Zamanlaması
Daha önce de belirttiğimiz üzere Ahmed Yasin'e yönelik suikastın belirtilen tarihte gerçekleştirilmesi, daha önce siyonistlerin ona insaf etmelerinden veya hayatta kalmasını arzulamalarından ileri gelmiyordu. Ama 22 Mart 2004 tarihinde gerçekleştirilen saldırının zamanlamasında bazı hesapların etkili olması muhtemeldi. Çünkü işgal devleti bu cinayetle gayet ağır bir bedeli göze almıştı. Böyle bir bedeli göze alabilmesi mutlaka işin içinde bunu kendi açılarından haklı kılacak birtakım önemli hesapların olmasını gerektirir. Bizim kanaatimize göre zamanlamada en etkili unsur işgal devletinin Gazze'den çekilme planları yapmasıydı. İşgal devleti Gazze'ye stratejik amaçlarla yerleştirdiği Yahudi yerleşim merkezlerini boşaltmayı ve oradaki askerlerini çekmeyi artık kesin olarak göze almıştı. Ama bunun aynen Güney Lübnan'daki gibi bir yenilgi olarak algılanmasından, böyle bir şeyin de hem kendi toplumunda moral yıpranmaya hem de Filistinlilerde mücadele azminin artmasına sebep olmasından korkuyordu. Ayrıca buralardan çekilmesi durumunda Filistinlilerin askeri yapılanmalarını güçlendirip Güney Lübnan'daki Hizbullah askeri kanadına benzer bir tehdit gücü oluşturmalarından, bu tehdit gücünün zamanla "İsrail" olarak gösterilen bölgeleri hedef alan eylemlere girişmesinden endişe ediyordu. İşte bu sebeple Gazze'den çekilmeden önce bölgedeki direniş organlarına ağır darbeler vurmak suretiyle hem bu direniş organlarını zayıflatmayı, hem de yenilgiyi kabullenmiş halde çekiliyormuş imajını kırmayı amaçlıyordu.
Ölümleri Dirilişe Vesile Olan Önderler
Bazı insanlar vardır ki hayatlarında bir nesle öncülük ettikleri gibi ölümleriyle de bir neslin dirilişine vesile olurlar.
Düşman onları öldürmekle bir ayakbağını çözdüğünü zanneder ama kendini bir çıkmaz sokağa attığını görür. Düşünceleriyle ve kararlılığıyla yetişen nesle örnek olan Seyyid Kutub bu gibilere bir örnektir. Kendini feda etti ama yetişen nesillere iman ve davada kararlılığı öğretti. Küfür ve fısk çamurunun her tarafı kuşattığı ortamda ondan etkilenen, onu örnek alan gençler imanî dirilişe kavuştular. Böylece bir ölüm milyonlarca dirilişe vesile oldu.
Şeyh Ahmed Yasin de şehadetiyle nicelerinin dirilişine vesile olan, kararlılığıyla müstesna bir örnek ortaya koyan direniş önderlerindendir. İşgalci siyonist devlet onu öldürmekle Filistin direnişini başsız bırakacağını ve işgal altındaki vatanı kurtarmak için mücadele edenlerin gözlerini korkutacağını sanıyordu. Ama korkmak zorunda kalan o oldu. Korkusuzca ve kararlı bir şekilde yürütülen mücadele onu Gazze'den çekilmeye zorladı. Bu zafer, işgale karşı direniş seçeneğini seçenlerin sayılarının artmasına vesile oldu ve Şeyh Ahmed Yasin'in attığı tohumların büyüyüp ağaç olmasıyla teşekkül eden Filistin İslâmî Direniş Hareketi (HAMAS) siyaset alanında da büyük bir başarı gerçekleştirdi.
Ahmed Yasin sağlığında düşünceleriyle, örnek tavrıyla ve kararlı mücadelesiyle, ölümünde de şehadetiyle cihad yolunu aydınlatanlardan oldu.
Hayatıyla da Ölümüyle de Örnek Olabilmek
Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurur:
"Bizim uğrumuzda cihad edenleri biz elbette yollarımıza iletiriz. Muhakkak ki Allah iyilik edenlerle beraberdir." (Ankebut suresi: 29/69)
"Allah: "Elbette ben ve peygamberlerim galip geleceğiz" diye yazmıştır. Şüphesiz Allah güçlüdür, yücedir." (Mücadele suresi: 58/21)
Ahmed Yasin, sağlık durumunun kötüleşmesine, maruz kaldığı kötü uygulamalara ve bedensel özürlü olması dolayısıyla zindanda çektiği sıkıntılara rağmen işgalciler karşısında hiçbir taviz vermedi.
Ahmed Yasin bedensel özürlü olmasına rağmen bütün hayatı boyunca iman, direniş, hak bildiği yoldan asla sapmama ve kararlılık konusunda hep örnek bir şahsiyet oldu. Fakat sadece hayatıyla değil ölümüyle de örnek oldu. Bir sabah namazının ardından, cemaatle namazı kıldıktan sonra, en yüce arzusu olduğunu her zaman dile getirdiği şehadeti kucaklayarak. Onun böyle bir vakitte, böyle bir halde şehadeti kucaklaması inşallah, Yüce Allah'ın onun davasındaki ve temennilerindeki samimiyetine olan mükâfatıdır. Allahu teala mekânını cennet eylesin. Onun yolunu sürdürenlere de zafer nasip eylesin.
Şehadet: Ölümsüzlüğe Açılan Kapı
Siyonist işgal devletinin sıkça tehdit ettiği ve değişik zamanlarda da hedef aldığı Şeyh Ahmed Yasin'in dünya hayatı 22 Mart 2004 sabahı gerçekleştirilen bir insanlık dışı saldırı neticesinde şehadetle son buldu. Ancak biz inanıyoruz ki bu bir ölüm değil, ölümsüzlüğe açılan bir kapıydı. Çünkü Yüce Allah bize Allah yolunda öldürülenlere ölüler demememiz gerektiğini, çünkü onların Allah katında diri olduklarını bildiriyor.
Bir Direniş Sembolü
Şeyh Ahmed Yasin bütün vücudunun felçli olmasına rağmen Allah yolunda mücadele etmekten ve başkalarını da bu yolda mücadeleye teşvikten geri kalmaksızın dolu dolu bir ömür geçirdi. Bu yüzdendir ki onun 67 yıla sığdırabildiği faaliyetleri birçoklarının bu sürenin on katında bile gerçekleştirebileceklerinden fazladır.
O bedeniyle ilgili engelleri aşamasa da, bunu çok fazla önemsemedi. Böylece örnek bir şahsiyet, örnek bir tavır sergiledi. Dolayısıyla gösterdiği bu örneklik hak davada mücadeleye meyilli olanları cesaretlendirdi. Örnek bir hayat ortaya koyduğu gibi "Allah yolunda şehit olmak en ulvi gayemizdir" sözüne sadık kalarak dünya hayatını noktalarken de örnek oldu.
Sevenleri Nezdinde de Ölümsüzlüğe Kavuştu
Yüce Allah'ın ayeti kerimesi hükmünce şehadetiyle Allah katında ölümsüzlüğe kavuştuğuna kanaat ettiğimiz Şeyh Ahmed Yasin'in, ortaya koyduğu o örnek hayat ve örnek şehadetle dünyadaki nesiller nezdinde de ölümsüzlüğe kavuştuğuna inanıyoruz. O bütün zorlukları göğüsleyerek hak bildiği çizgide kararlılıkla yürümesinden dolayı nesillerin müteselsilen örnek alabileceği bir mücadele tarzı ortaya koymuştur. Hakka davet edişinde ve yönlendirişinde insanların zihinlerini açmaya, önlerini aydınlatmaya çalışmıştır. Dolayısıyla hem teorisini hem de pratiğini ortaya koyduğu bu mücadelesiyle nesiller boyunca anılacağına ve böylece bedenen aramızdan ayrılsa da örnek kişiliğiyle ve fikirleriyle yaşayacağına inanıyoruz.

0 yorum:

Yorum Gönder