BİZİ AFFET EY ÇOCUK!

Ey gözlerinde yıldızlar kayan çocuk!
Zifiri karanlıklar içinden uzattığın elini göremedik, affet…
Siyah renkli dumanlar, sararken gökyüzünü
Sen de göremedin değil mi
Vurulan kuşlarının,babanla birlikte, nereye uçtuklarını…
Tekerleği kırılmış oyuncak kamyonunun kasasında mı hayallerin?
Yoksa, sapanındaki taşa mı yükledin geleceğini?
Hangi el söküp çıkarabilir bu saatten sonra,
Ablanın , ciğerine batan acı çığlıklarını…
Hangi diyarlardan esip gelen rayihalar, merhem olur yarana?
Kan kırmızısı yaşamların kıyısında akıp giderken hayatın
Gözlerin düşüyor, dikenli tellerin en dikenli noktasına
Bizim gölgelerimiz ise, titreyen mum alevlerinde tutsak.
Biz, havai fişekler patlatırken, rengarenk,
Bomba sesleriyle bölünüyor senin uykuların…
Annen gözyaşlarını siliyor örtüsüne
Öldürücü çaresizlik diz boyu.
Ey rüyalarına siyah hüzünler düşen çocuk!
Biz, hevesin binbir rengine müptela hayatlarımızda
Yüreklerimizde binbir arzuyla
Kumlara çiziyoruz tul-u emellerimizi
Şımarık zengin çocuklarının oynaştığı bu vahşi çağda
Koruyamadık kendimizi, onlar gibi mi olduk?
Kardeşliğimizi yitirdik bir cemre zamanı, çocuk!
Varlığımızı dayanaksız bıraktık.
Tuğlaları düştü tek tek binamızın.
Kalbinde yarası kanayanlar bir bir gittiler uzaklara
Bizim payımıza ise , çölde tuz yemek düştü.
Mumdan küçük gemilerimiz vardı
Ateş denizinde eriyip gittiler, dualarımız gibi.
Ey baharında eylülü yaşayan çocuk!
Biz Karun saraylarında izlerken olup biteni
Sen dublörsüz oynuyorsun filmin son karesini…

Nesibe Çiğdem

Şeyh Ahmet Yasin Unutulmadı (1937-2004)



"Benim için hapiste 100 yıl kalmak karşılığında birtakım tavizler vererek çıkmaktan iyidir."
Kutsal Direnişin Manevi Lideri: Şeyh Ahmed Yasin Filistin'de işgale karşı iki ayrı intifadanın öncülüğünü yapan, vücudunun felçli olmasına rağmen Allah yolunda mücadeleden, direnişten geri kalmayan büyük insan, büyük lider, HAMAS'ın manevi lideri Şeyh Ahmed Yasin siyonistlerin düzenledikleri bir suikast neticesi 22 Mart 2004 tarihinde hayatını kaybetti. Şeyh Yasin, evinin yakınındaki camide sabah namazını kılmasının ardından işgalci Siyonistlerin helikopterleri tarafından fırlatılan füzelere hedef olarak şehit oldui. Saldırıda ikisi Ahmed Yasin'in yardımcısı olmak üzere dört kişi daha hayatını kaybetti.
Şeyh Yasin'in Hayatının Özü: İbadet, Hicret, Cihad ve Şehadet
Şeyh Ahmed Yasin'in hayatını dört kelimeyle özetlemek mümkündür: İbadet, hicret, cihad ve şehadet. Bu dört kelime aynı zamanda nebevi çizgiyi, peygamberlerin bize gösterdiği kutsal yolu özetlemektedir. O, insanın bu dünyaya Allah'a kulluk görevini yerine getirmek üzere gönderildiğine bütün kalbiyle inanmış ve işte bu inancın kazandırdığı teslimiyet duygusuyla Allah'a teslim olmuş, ona kulluk görevini özenle yerine getirmek için çalışan biriydi. Allah'a olan bu teslimiyeti onu, dünyevi hesaplarla zalimlere teslim olmaktan alıkoydu. Dolayısıyla kulluk teslimiyetiyle, bu vasfın kendisine kazandırdığı kula kul olmama onurunu bir araya getirmeyi başardı. Böylece hak bildiği yoldan asla sapmadı, zalimler karşısında zerre kadar taviz vermedi. Tertemiz vatanı işgalci Siyonistler tarafından işgal edilince 11 yaşında ailesiyle birlikte hicret etmek suretiyle birçok peygamberin hayatına girmiş olan hicret olayını yaşadı. İçinde bulunduğu şartların kendisine diğer kulluk görevlerine ek olarak cihad yükümlülüğünü de yüklediğini bildi ve bedensel özürlü olmasını bu konuda mazeret olarak gösterme yoluna gitmeksizin, bir kaçamak yolu aramaksızın cihad ve direniş hususunda başkalarına örnek olmak için hep gayret sarf etti. Sonunda Allah'a kulluk bilinci içinde cihad ve direnişe adadığı 67 yıllık ömrünü, bir seher vaktinde, cemaatle kıldığı sabah namazının ardından kucakladığı şehadetle tamamladı.
Onun hayatını biraz daha ayrıntılı okuduğumuz zaman yukarıdaki dört kelimenin gerçekten bu hayatı özetlediğini daha açık bir şekilde görürüz.
Şeyh Yasin'in Hayatı
Ahmed Yasin 1937 yılında Filistin'in Askalan şehrinin el-Cevra köyünde dünyaya geldi. Üç yaşında iken babası vefat etti. Bundan sonra annesinin ve kardeşlerinin himayesinde büyüdü. 1948 yılında yahudilerin Filistin'in büyük bir bölümünü işgal etmelerinin yol açtığı felaket üzerine ailesi Gazze şehrine göç etti.
Ahmed Yasin, 1952 yılında Gazze şehrindeki İmam Şafii Okulu'nda ilköğrenimini tamamladı. Sonra er-Rihal Ortaokulu'nda ortaöğrenimini tamamladı. Lise öğrenimini de 1958 yılında Filistin Lisesi'nde tamamladı. Ahmed Yasin, hayatının gerek bu döneminde gerekse sonraki dönemlerinde pek çok önemli olaya şahit oldu. Bütün bu olayların onun üzerinde önemli etkileri oldu.
1952 yazında bir yüzme faaliyeti esnasında kafasının üstüne düştü ve boyun kemiği kırıldı. Bu yüzden bütün vücudu felç oldu.
Liseyi bitirdikten sonra bazı ilim adamlarından özel dersler aldı. Bunun yanı sıra kendi özel çalışmalarıyla da kendini çok iyi yetiştirdi. Çevresinde zeki ve kültürlü biri olarak tanınırdı. Özel öğrenimini tamamladıktan sonra öğretmen olarak görev aldı.
Direniş İçin Halkı Bilinçlendirmesi
1967 yılında Filistin'in tamamının Siyonist işgalcilerin eline geçmesi üzerine insanlar vatanlarını işgalden kurtarma mücadelelerinde kendilerine önderlik edecek birilerini aramaya başladılar. İşgalci yahudilerden gelen tehlike konusunda insanların şuurlandırılmasında Şeyh Ahmed Yasin'in büyük rolü oldu.
Gazze'de İslâm Merkezi'ni kurmasından sonra iyice tanındı ve Filistin'in her tarafında adı duyulmaya başladı. Bu durum işgal yönetimini son derece rahatsız etti. Bu yüzden onu defalarca polis merkezine çağırdı.
Zindan ve Direniş
1984'te Ahmed Yasin ve yardımcılarından pek çok kimse tutuklandı. Yürütülen soruşturma sonunda Ahmed Yasin, İsrail devletini yıkarak yerine İslâmi bir devlet kurmak için çalıştığı gerekçesiyle 13 yıl hapse mahkûm edildi. Ancak on bir ay sonra Filistinlilerle işgalciler arasında bir esir değişiminde serbest bırakıldı. 1985'te gerçekleştirilen bu esir değişiminden sonra Şeyh Ahmed Yasin yine Filistinli kitlelerin Siyonist işgalcilere karşı sürdürdükleri cihadlarında başlarına geçti.
HAMAS'ın Ortaya Çıkışı ve İntifada
Ahmed Yasin 8 Aralık 1987'de başlayan intifadanın öncüsü durumundaki İslâmi Direniş Hareketi (HAMAS)'nin kurucusudur. HAMAS'ın kökeni Müslüman Kardeşler cemaatine dayanır ve Ahmed Yasin de bu cemaatin Filistin kanadının bir mensubuydu. Ancak 1987'ye gelindiğinde işgale karşı fiili mücadeleyi organize edecek bir direniş örgütüne ihtiyaç olduğu görüldü. Bu konuda Müslüman Kardeşler'in genel idaresiyle de istişare edilerek Filistin'e özel olarak böyle bir teşkilat kurulması kararlaştırıldı. İşte bu karar neticesinde Şeyh Yasin'in öncülüğünde Filistin İslâmî Direniş Hareketi (HAMAS) ortaya çıktı. Bu itibarla HAMAS, Müslüman Kardeşler'den bir kopma değildir.
HAMAS ilk olarak ismini 8 Aralık 1987'de patlak veren intifadayla duyurdu. Sonra da bu intifadayı yönlendirmesiyle kısa sürede bütün dünyada tanındı.
Ahmed Yasin bütün hayatı boyunca bu teşkilatın manevi lideri olarak bilindi ve intifadanın devamında bir motor görevi gördü.
Yeniden Zindan
Siyonistler, 18 Mayıs 1989'da Şeyh Ahmed Yasin'i yeniden tutukladılar. Onunla birlikte İslâmi Direniş Hareketi mensubu pek çok kimseyi de tutukladılar. Bu tutuklama, intifadayı durdurmayı amaçlayan sonuç getirmeyecek bir uygulamaydı. Ancak siyonistler umduklarını bulamadılar. Çünkü bu olay üzerine intifada daha da şiddetlendi.
Mahkemeye Çıkarılışı ve Onurlu Tavrı
Uzun oyalamalardan sonra Şeyh Yasin 3 Ocak 1990'da mahkeme önüne çıkarıldı ve 15 suçlamadan yargılandı. Ahmed Yasin'in mahkeme mensuplarına söylediği söz şu olmuştu: "Bu mahkeme kanuni olarak beni yargılama hak ve yetkisine sahip değildir. Çünkü bu mahkeme işgalciler tarafından kurulmuştur. Dolayısıyla tamamen gayri meşru ve kanundışıdır."
Bu ilk duruşmadan sonra yargıç yeniden duruşmayı belirsiz bir tarihe erteledi. Daha sonra Siyonist yönetim Şeyh Ahmed Yasin'in 6 Ekim 1991'de mahkeme önüne çıkarılacağını açıkladı. HAMAS bu sırada, Şeyh Ahmed Yasin'in yargılanmasını protesto için genel grev ilan etti. 16 Ekim 1991'de de mahkemenin verdiği zulüm hükmü açıklandı. İsrail askeri mahkemesi HAMAS'ın kurucusu Şeyh Ahmed Yasin'i ömür boyu hapis cezasına çarptırdı. Mahkeme ona ayrıca, öldürme emirleri verdiği ve İsrail'i yıkarak yerine İslâmi bir devlet kurmayı amaçlayan kanun dışı (!) örgüt kurduğu iddiasıyla on beş yıl hapis cezası verdi.
Zindan Onu Yıldıramadı
İsrail yönetimi söz konusu cezaya mahkûm ettikten sonra Ahmed Yasin'le zaman zaman pazarlıklar yapmak ve ona serbest bırakılması için bazı şartları kabul ettirmek istedi. Bir keresinde İsrail'i tanıdığını ve imzalanan özerklik anlaşmalarına olumlu baktığını açıklaması karşılığında serbest bırakma teklifinde bulundu. O bunu kesinlikle kabul etmedi. Daha sonra İsrail'i tanıma şartından vazgeçerek sadece özerklik anlaşmalarını kabullenmesini şart koştu. Bunun üzerine Ahmed Yasin: "Bana dışarı çıktığımda karpuz yemememi şart koşsanız bile yine kabul etmem. Çünkü ben işgal rejimini muhatap kabul etmiyorum ki onun şartını kabul edeyim" cevabını verdi.
Tavizsiz Bir Kararlılık
Ahmed Yasin, sağlık durumunun kötüleşmesine, maruz kaldığı kötü uygulamalara ve bedensel özürlü olması dolayısıyla zindanda çektiği sıkıntılara rağmen işgalciler karşısında hiçbir taviz vermedi. Onun şu sözü davası ve inancında ne kadar kararlı olduğunu açıkça ortaya koymaktadır: "Benim için hapiste 100 yıl kalmak karşılığında birtakım tavizler vererek çıkmaktan iyidir." Onun işgal rejiminin mahkemesi karşısına çıkarıldığı sıra söylediği sözler de inancındaki kararlılığının bir göstergesiydi.
Örnek Bir Sabırlılık
Şeyh Ahmed Yasin sekiz yıl süren zindan hayatı boyunca kararlılığından hiç bir şey kaybetmedi ve siyonist yönetimi muhatap kabul etmeme konusundaki tutumunu değiştirmedi. O gerçekten Hz. Yusuf (a.s.)'ı kendisine örnek almış bir insandı. Bu sebeple müstesna bir sabırlılık örneği sergiledi. Zindanın ızdırabı onu dvasından taviz vermeye zorlamadı.
Kur'an-ı Kerim'de Yusuf (a.s.)'la ilgili olarak, ona tuzak kuran kadının şöyle dediği bildirilir: "Andolsun ben onun nefsine yaklaşmak istedim ancak o iffetlilik gösterip sakındı. Ama eğer kendisine emrettiğimi yapmazsa mutlaka zindana atılacak ve mutlaka küçük düşürülenlerden olacak." Buna karşılık Yusuf (a.s.) şöyle demiştir: "Rabb'im! Zindan benim için onların çağırdıkları şeyden daha sevimlidir. Eğer onların düzenlerini benden savmazsan onlara meyleder ve cahillerden olurum." (Yusuf, 12/32-33) İşte Ahmed Yasin de aynen bu tavrı kendine örnek alarak: "Ey Rabbim! Zindan benim için siyonistlerin gayri meşru işgallerini onaylamaktan, meşru olmayan bir hâkimiyeti meşru görmekten hayırlıdır" dedi ve işgalcilerin taleplerini kabul etmeyip zindanda kalmayı yeğledi.
Zindandan Çıkarılması
Ne kadar ilginçtir ki Şeyh Yasin siyonistlerin taleplerini kabul etmek yerine zindanı tercih ederken aynen Yusuf (a.s.) örneğinde olduğu gibi kendisini zindana atanlar serbest bırakmaya zorlanmışlardır. Amman'da HAMAS'ın Siyasi Birimi başkanı Hâlid Meş'al'e suikast girişiminde bulunan MOSSAD ajanlarının Meş'al'in koruma görevlileri tarafından yakalanıp polise teslim edilmeleri üzerine İsrail başbakanı Netanyahu, Ürdün kralı Hüseyin'le pazarlık etmeye ve Ahmed Yasin'i serbest bırakmaya zorlanmıştır.
Şeyh Ahmed Yasin sekiz buçuk yıla yakın bir süre zindanda kaldıktan sonra 30 Eylül 1997 Salı akşamı serbest bırakılarak tedavi edilmek üzere Ürdün'ün başkenti Amman'a getirildi. Ancak bu serbest bırakma olayıyla ilgili iki önemli iddia ortaya atıldı. Bunlardan biri, Ahmed Yasin'in serbest bırakılmayıp Ürdün'e sürgün edildiği, diğeri ise 25 Eylül 1997 Perşembe sabahı Ürdün'ün başkenti Amman'da HAMAS Siyasi Birimi başkanı Halid Meş'al'e karşı suikast girişiminde bulunan ve ellerinde Kanada pasaportu taşıyan iki MOSSAD ajanına karşılık serbest bırakıldığı iddiasıydı. Bunlardan birincisini gelişmeler yalanladı. İkincisi ise tamamen İsrail ile Ürdün kralı arasında gerçekleşen pazarlıkla ilgiliydi. Bu pazarlıkla HAMAS'ın veya Ahmed Yasin'in hiçbir ilgisi olmamıştı. Aksine pazarlık tamamen onların bilgileri dışında gerçekleşmişti.
"Vatanıma Geri Döneceğim"
Ahmed Yasin sürgün şüphesine karşı çıkarılmadan önce kesin pazarlığını yapmıştı. Onun bu pazarlığı davasındaki kararlılığını ve örnek bir tavır sergilediğini de gösteriyordu. O zaman hasta yatağında, acil tedaviye ihtiyacının olmasına rağmen: "Benim buradan çıkarılmam vatanımdan çıkarılmam anlamına gelmeyecek. Ben bu topraklara dönme hakkımı muhafaza edeceğim" diyerek Filistinlilere: "Bu vatana sahip çıkma konusunda asla gevşeklik göstermeyin. İşgalciler sizin en ufak bir zaafınızı kendi sinsi politikaları için kullanabilirler, buna fırsat vermeyin" mesajı iletti.
Şeyh Yasin tedavi için Amman'a götürülürken yaptığı açıklamada da zindandan çıkarılması öncesindeki pazarlıklarından söz ederek, Amman'a tedavi için geldiğini ve Allah'ın izniyle sağlığına kavuşması durumunda vatanına geri döneceğini ifade etti. Açıklamasında ayrıca, işgal yönetiminden yurduna geri dönmesine müsaade edileceğine dair yazılı bir belge verilmeden, kendisini Remle'den alıp Amman'a götürmek için gelen Ürdün helikopterinin kalkmasına izin vermediğini dile getirerek istediği zaman vatanına geri dönme hakkının saklı olduğuna dair yanında yazılı belge bulunduğunu dile getirdi. Böylece sürgünle ilgili iddiaların asılsız olduğu kesinlik kazanmış oldu.
Örneği Yusuf (a.s.) İdi..
O, zindandan çıkarılmadan önce vatanına dönmesine müsaade edileceğine dair yazılı belge istemesiyle de tam anlamıyla Hz. Yusuf (a.s.) tavrı sergilemişti. Zindandan çıkarılacağı haberinin kendisine ulaşmasına rağmen hiç heyecana kapılmadan ve tam bir kararlılık göstererek hakkında çıkarılacak spekülasyonlara meydana vermemek ve vatanına olan bağlılığını, ona karşı duyarlılığını ortaya koymak için işgalcilerden yeniden vatanına dönmesine müsaade edileceğine dair yazılı belge istedi. Bu tam anlamıyla Hz. Yusuf (a.s.) kararlılığıdır.
Kur'an-ı Kerim'de Hz. Yusuf (a.s.) hakkında şöyle buyuruluyor: "Hükümdar: "Onu bana getirin" dedi. Bunun üzerine ona elçi gelince: "Efendine dön de ona sor: "Ellerini kesen kadınların durumları neydi? Şüphesiz Rabbim onların düzenlerini bilir" dedi. (Hükümdar kadınlara): "Yusuf'un nefsine yaklaşmak istediğinizde sizin durumunuz neydi?" dedi. Onlar: "Hâşâ! Allah için biz ondan hiç bir kötülük görmedik" dediler. Azizin hanımı da dedi ki: "İşte şimdi gerçek ortaya çıktı. Ben onun nefsine yaklaşmak istedim. O ise gerçekten doğru söyleyenlerdendir." (Yusuf, 12/50-51) Yusuf (a.s.) zindanda o kadar ızdırap çekmesine rağmen hakkındaki dedikoduların kaynağını kurutmadan çıkmamayı tercih etmişti. Ahmed Yasin de çektiği bütün ızdıraplara ve acil tedaviye ihtiyaç duymasına rağmen vatanına döneceğinin garantisini almadan zindandan çıkmadı.
Kral Hüseyin'le İsrail Arasındaki Pazarlık
Suikastçı MOSSAD ajanlarının İsrail'e iadesi konusundaki gelişmeler hakkında da şu bilgilerin aktarılmasını yararlı görüyoruz:
Bu konuda Ürdün kralıyla İsrail arasında bir pazarlık olduğu doğrudur. Çünkü HAMAS'ın Siyasi Birim başkanı Halid Meş'al'e suikast girişiminde bulunan iki MOSSAD ajanı Meş'al'in koruma görevlileri tarafından yakalanıp Ürdün polisine teslim edilmişti. Bu durumda Ürdün'ün onları İsrail'e teslim etmesinin büyük bir gürültüye sebep olacağı kesindi. Ama İsrail de ajanlarının Ürdün'de kalmasının ileriye dönük hesaplarına zarar vereceğinden korkuyor bu sebeple onların kendisine teslim edilmesi için bastırıyordu. Bu durum karşısında Kral Hüseyin olayın üstünü kapatacak ve halktan gelecek tepkilerin önüne set çekebilecek bir karşılığa ihtiyaç olduğunu düşünmüş, böyle bir amaç için en iyi karşılığın da Şeyh Yasin'in serbest bırakılması olacağı kanaatine varmıştı. Buna binaen o zamanki İsrail başbakanı Benjamin Netanyahu ile söz konusu iki ajanın teslim edilmesi karşılığında Şeyh Yasin'in zindandan çıkarılması üzere gizli bir anlaşma yapmıştı.
Bu Pazarlıktan Şeyh Yasin'in Haberi Olmadı Kral Hüseyin'le Netanyahu arasında gerçekleşen pazarlık ve bu konunun arka planında gelişen olaylar tamamen Ahmed Yasin'in ve HAMAS'ın iradesi dışında cereyan ettiğinden ve çevrilen oyunlar bütünüyle Ürdün - İsrail arasında vuku bulduğundan gelişmeler, bu konuda Şeyh Yasin'e ve HAMAS'a yöneltilen ithamları yalanladı. Söz konusu pazarlık Ürdün kralı Hüseyin'in kendi saltanatını korumak için izlediği zikzaklı politikasının bir yansımasıydı.
Kral Hüseyin, pazarlık yapıldığı iddialarının doğru olmadığını ve Halid Meş'al'e suikast girişiminde bulunan MOSSAD ajanlarının Ürdün'de yargılanacaklarını açıklamasına rağmen Şeyh Yasin'in Amman'da bir süre tedavi gördükten sonra Gazze'ye dönmesinin ardından söz konusu ajanları İsrail'e teslim etti.
HAMAS olayın hemen ardından yaptığı açıklamada teslim işine şiddetle tepki gösterdi. Açıklamada şu ifadelere yer verildi:
"Biz MOSSAD adlı terör örgütüne mensup ajanların yargılanmalarını beklerken onların siyonist yönetime teslimi yönünde gelişmeler olmasına şaşırdık. HAMAS, hareketin Siyasi Birimi'nin başkanı kardeşimiz Halid Meş'al'e karşı suikast girişiminde bulunan MOSSAD ajanlarının Ürdün hükümeti tarafından siyonist işgal yönetimine teslim edilmesini büyük bir üzüntüyle karşılamıştır. Bu hareket siyonist teröre karşı yumuşak tavır gösterilmesi anlamına gelir ki böyle bir tavır da onlara daha çok cesaret kazandıracak dolayısıyla benzer girişimleri tekrarlamaya teşvik edecektir. Bu ise Ürdün'ün istikrar ve güvenine zarar verecektir. Siyonist yönetimin başbakanı Benjamin Netanyahu'nun Ariel Şaron ve İzak Mordohay adlı iki teröristi de yanına alarak dün akşam televizyonda yaptığı açıklama ve işgale karşı direnenler nerede olurlarsa olsunlar kendilerini izleyecekleri yönünde sözler sarfetmesi bizim görüşlerimizi doğrulamaktadır."
Şeyh Yasin Yeniden Gazze'de
Şeyh Ahmed Yasin, Amman'da bir süre tedavi gördükten sonra vatanı Filistin'e ve ailesinin ikamet ettiği Gazze'ye döndü. Zindan hayatı boyunca çektiği sıkıntılar, eziyetler onu yıldırmamıştı. Çünkü Gazze'ye dönüşünün ardından hemen Filistin direnişindeki manevi lider mevkiine yeniden oturarak mücadelesini kaldığı yerden devam ettirmeye başladı.
Bir Direniş Önderi Olarak Ahmed Yasin
Şeyh Ahmed Yasin, bütün dünyada Filistin İslâmi Direniş Hareketi (HAMAS)'ın kurucusu ve manevi lideri olarak bilinir. Fakat o sadece belli bir oluşumun, örgütün değil Filistin'de bir neslin yeniden dirilişine, uyanışına ve kimliğine sahip çıkmasına vesile olan kutsal bir direnişin önderidir. Dolayısıyla o Filistin'in, Filistin davasının, siyonist işgale karşı verilen kutsal bir mücadelenin önderidir. İşgale karşı 1987'de başlatılan birinci intifadaya o öncülük etmiştir. 2000 yılında başlatılan Aksa İntifadası'nın da en önemli manevi önderi ve motoru olmuştur. Bundan dolayı Filistin'de o "iki intifadanın şeyhi (yani lideri, önderi)" olarak bilinmektedir. O, HAMAS'ı, Filistin'de belli bir kesimi diğer kesimlerden ayrıştırmak amacıyla değil, sahip olduğu İslâmi bilincin işgale karşı verilen mücadeleye öncülük etmesi, yani toplu bir direnişin başlatılması için kurmuştur. HAMAS'ın çok kısa süre içinde oldukça geniş bir kitlesel destek elde etmesinin en önemli sebebi de işte bu anlayıştır. Bu anlayışından dolayıdır ki o HAMAS'ı, Filistinlileri birbirine kırdırma amacına yönelik fitne çabalarından uzak tutmayı, böylece işgale karşı verilen mücadelede safların birliğini korumayı başarabilmiştir. Bu özelliğinden dolayı o sadece bir örgütün, oluşumun değil siyonist işgale karşı verilen kutsal mücadelenin manevi lideriydi. Sol gruplar ve hıristiyanlar da dâhil olmak üzere, siyonist işgalcilerin gasp ettiği hakların geri alınması, Filistin'in yeniden özgürlüğüne kavuşması gerektiğine inanan tüm Filistinliler tarafından karizmatik bir lider, bir dava önderi olarak biliniyordu. Şehadetinden sonra hıristiyanların bile onun için dua etmeleri, canileri protesto amacıyla gösteri düzenlemeleri zaten bunu apaçık bir şekilde ortaya koymuştur.
İsrail'in Hedefindeki Ahmed Yasin
Şeyh Yasin'in serbest bırakılmasına rağmen işgal devleti onun çalışmalarından rahatsız oluyordu. Bu yüzden onu sıkı bir takip altına almıştı. Onu öldürmek için çeşitli girişimlerde bulundu. Bir keresinde, bir tanıdığının ziyaretinde bulunduğu sırada gittiği evi tespit ederek F-16 tipi uçaklardan füzeler fırlattı. O saldırıda yardımcısı İsmail Heniye'yle birlikte ziyaret ettiği apartman katının bayağı tahrip olmasına rağmen Şeyh Yasin ve Heniye mucizevî bir şekilde sağ kurtuldular. Bu olay da gösteriyordu ki Şeyh Yasin işgal devletinin takibi altında ve hedefindeydi. Ama elinde oldukça geniş teknik imkânların bulunmasına, Filistinlileri her taraftan kuşatmaya almasına ve aralarına adeta hamam böcekleri gibi ajanlar salmasına rağmen her zaman istediği cinayet planını gerçekleştirme fırsatı bulamıyordu. Bunda alınan tedbirlerin yanı sıra, bazı endişelerin rolü de oluyordu.
Halkla İç İçe Bir Lideri Yakın Korumaya Almanın Zorluğu
İşgal devletinin zikrettiğimiz olaydan önce benzer bir saldırı gerçekleştirmemiş olması Ahmed Yasin'e insafından veya onun yaşamasını arzulamasından ileri gelmiyordu tabii ki. HAMAS da liderlerini işgal devletinin cinayet planlarına karşı koruyabilmek için Filistin şartlarında yapılması mümkün olanların en iyisini yapmaya çalışıyordu. Ama bir tarafta bütün emperyalist güçlerin askeri ve teknolojik yönden desteklediği, tüm Filistin'i sıkı kuşatmaya alan ve sahip olduğu maddi imkânları, vicdani değerlerden soyutlandıkları için dünyevi çıkarların hatırına başkalarına uşaklık yapma zilletini kabullenebilen kişileri satın almada kullanan güç vardı. Böyle olmasına rağmen işgal devleti daha önce kendisine ağır darbeler vuran Yahya Ayyaş'ın izini bulabilmek için yedi yıla yakın bir süre arama yapmak zorunda kaldı. Yine HAMAS'ın askeri kanadının lideri Şeyh Salah Şahade'nin izine rastlayabilmek için de en az iki yıl her tarafta adamlarını seferber etmek zorunda kaldı. Ahmed Yasin ise askeri bir lider değil manevi bir lider olduğundan kitlelerle iç içeydi. Dolayısıyla onu gözlerden uzak tutmak mümkün değildi. Buna rağmen özellikle yukarıda zikrettiğimiz cinayet girişiminden sonra tedbirler artırılmıştı. Ama bu tedbirlerin İsrail işgal devletinin onun izini bulmasını engellemede yeterli olmayacağı biliniyor, bu yüzden böyle bir cinayetin kendisine çok ağır bir bedele mal olacağı korkusunun işgal devleti üzerinde daha etkili olacağı düşünülüyordu. Ama buna rağmen işgal devletinin böyle bir ağır bedeli göze alması da ihtimal dışı görülmüyordu.
Kelle Koltukta Yaşamak
Aslında Filistin davasında direnişe öncülük etmek kelleyi koltuğa alarak yaşamaya başlamak anlamına gelir. Buna rağmen elbette mücadelenin stratejisini ona göre geliştirmek ve düşmana karşı gereken tedbirleri almak gerekir. Ama zamanımızda birçoklarının tedbir almakla teslim olmayı birbirine karıştırdıklarını görüyoruz. Eğer tedbir almak düşmanın amaçlarını gerçekleştirmesine yardımcı olmayı gerektirecekse o zaman yerine göre canını feda etmeyi, kelle koltukta yaşamayı göze alabilmek gerekir. İşte sahabilerin yaptıkları da buydu. Yerine göre kendilerini sonucunun ölüm olması kesin gibi görünen risklerin içine atabiliyorlardı. Ama bunda bir beklentileri vardı: İman çağrısının önündeki engelleri kaldırmak ve küfrün kalelerini yıkabilmek. Bunun yapılması eğer birilerinin söz konusu fedakârlığı yapmalarını gerektiriyorsa, bunun mutlaka yapılması gerekir. Eğer bir yerde zulme, işgale ve haksızlığa karşı mücadele edilmesi gerekiyorsa, mutlaka bu mücadeleye birilerinin öncülük etmesi gerekir. Bu öncülük şartlar gereği kelle koltukta yaşamayı ve ciddi riskleri göze almayı gerektirebilir. İşte Filistin'deki durum da budur. Şimdiye kadar Filistin direnişinde pek çok lider şehit edildi. İzzettin Kassam, Dr. Fethi Şikaki, Cemal Selim, Cemal Mansur, Yahya Ayyaş, Salah Şahade, Abdülaziz Rantisi, İsmail Ebu Şenneb, İbrahim el-Mukadime, Halil el-Vezir (Ebu Cihad), Ebu Ali Mustafa ilk akla gelen isimlerden bazıları. Ama bunlar hayatlarını kaybettiler diye diğerleri "biz artık bu işte yokuz" demiyorlar. Bayrağın yere düşmemesi için aynı riski göze alarak şehitlerin bıraktıkları noktadan mücadeleyi, direnişi sürdürüyorlar. Bütün emperyalist güçlerin siyonist işgal devletine destek vermelerine, etkili medya organlarının uluslar arası Siyonizm hesabına çalışmasına ve pek çok ekonomik kuruluşun siyonist devletin ayakta kalması için yardım etmesine rağmen, çoğunlukla kendi yağlarıyla kavrulmak zorunda kalan Filistinli direnişçilerin bunca zamandır yılmadan mücadeleyi sürdürebilmelerinin sırrı da buradadır.
"Allah Yolunda Şehitlik En Yüce Arzumuzdur"
Ahmed Yasin, Müslüman Kardeşler'in terbiyesiyle yetişmiş bir önderdi. Bu cemaatin eğitim sisteminde tüm müntesiplere ezberletilen ve özümsetilen temel ilkelerden biri de "Allah yolunda şehit olmak en yüce arzumuzdur (: eş-Şehadetu fi sebili'llah a'lâ emâninâ)" ilkesidir. Hatta eğitim amaçlı genel toplantıların ve törenlerin birçoğunda bu ilkeler tekrar edilir. Bazıları belki bu ilkeyi dilleriyle söylerken kendilerini zorlayan dünyevi zevklerden kaynaklanan tüm duygusal engelleri aşabilenler kalplerinden geldiği şekilde, özümsemiş ve benimsemiş olarak söylerler. Biz inanıyoruz ki Şeyh Yasin işte bu ilkeyi iliklerine kadar özümsemiş ve kalbinden gelen bir arzuyu aynen diline yansıtarak söyleyebilen bir insandı.
Cinayet Devleti İsrail ve Ahmed Yasin'e Suikast
Siyonist işgal devletinin temeli cinayetlerle, saldırılarla, katliamlarla atılmıştır. Bugüne kadar ayakta kalabilmek için de sürekli cinayetler ve katliamlar gerçekleştirmeye ihtiyaç duymuştur. Şeyh Ahmed Yasin, herkesin bildiği gibi tekerlekli sandalyeye mahkûm felçli bir insandı. Ama işgalci siyonist devlet onun bu haline rağmen iman gücü ve kararlılığı ile direnişçileri sürekli cesaretlendirdiğini görüyor, bu yüzden varlığına tahammül edemiyordu. Dolayısıyla onu tasfiye etmek için birçok kez plan yaptı. Bazılarında başarılı olamadı, bazılarında da doğacak sonuçtan korktuğu için çekingen davrandı. Ama en sonunda yine canilik, eşkıyalık tarafı ağır bastı ve 22 Mart 2004 tarihinde yine havadan uçaklarla füzeler fırlatarak Şeyh Yasin'i sabah namazından çıktığı sırada şehit etti.
Cinayetin Zamanlaması
Daha önce de belirttiğimiz üzere Ahmed Yasin'e yönelik suikastın belirtilen tarihte gerçekleştirilmesi, daha önce siyonistlerin ona insaf etmelerinden veya hayatta kalmasını arzulamalarından ileri gelmiyordu. Ama 22 Mart 2004 tarihinde gerçekleştirilen saldırının zamanlamasında bazı hesapların etkili olması muhtemeldi. Çünkü işgal devleti bu cinayetle gayet ağır bir bedeli göze almıştı. Böyle bir bedeli göze alabilmesi mutlaka işin içinde bunu kendi açılarından haklı kılacak birtakım önemli hesapların olmasını gerektirir. Bizim kanaatimize göre zamanlamada en etkili unsur işgal devletinin Gazze'den çekilme planları yapmasıydı. İşgal devleti Gazze'ye stratejik amaçlarla yerleştirdiği Yahudi yerleşim merkezlerini boşaltmayı ve oradaki askerlerini çekmeyi artık kesin olarak göze almıştı. Ama bunun aynen Güney Lübnan'daki gibi bir yenilgi olarak algılanmasından, böyle bir şeyin de hem kendi toplumunda moral yıpranmaya hem de Filistinlilerde mücadele azminin artmasına sebep olmasından korkuyordu. Ayrıca buralardan çekilmesi durumunda Filistinlilerin askeri yapılanmalarını güçlendirip Güney Lübnan'daki Hizbullah askeri kanadına benzer bir tehdit gücü oluşturmalarından, bu tehdit gücünün zamanla "İsrail" olarak gösterilen bölgeleri hedef alan eylemlere girişmesinden endişe ediyordu. İşte bu sebeple Gazze'den çekilmeden önce bölgedeki direniş organlarına ağır darbeler vurmak suretiyle hem bu direniş organlarını zayıflatmayı, hem de yenilgiyi kabullenmiş halde çekiliyormuş imajını kırmayı amaçlıyordu.
Ölümleri Dirilişe Vesile Olan Önderler
Bazı insanlar vardır ki hayatlarında bir nesle öncülük ettikleri gibi ölümleriyle de bir neslin dirilişine vesile olurlar.
Düşman onları öldürmekle bir ayakbağını çözdüğünü zanneder ama kendini bir çıkmaz sokağa attığını görür. Düşünceleriyle ve kararlılığıyla yetişen nesle örnek olan Seyyid Kutub bu gibilere bir örnektir. Kendini feda etti ama yetişen nesillere iman ve davada kararlılığı öğretti. Küfür ve fısk çamurunun her tarafı kuşattığı ortamda ondan etkilenen, onu örnek alan gençler imanî dirilişe kavuştular. Böylece bir ölüm milyonlarca dirilişe vesile oldu.
Şeyh Ahmed Yasin de şehadetiyle nicelerinin dirilişine vesile olan, kararlılığıyla müstesna bir örnek ortaya koyan direniş önderlerindendir. İşgalci siyonist devlet onu öldürmekle Filistin direnişini başsız bırakacağını ve işgal altındaki vatanı kurtarmak için mücadele edenlerin gözlerini korkutacağını sanıyordu. Ama korkmak zorunda kalan o oldu. Korkusuzca ve kararlı bir şekilde yürütülen mücadele onu Gazze'den çekilmeye zorladı. Bu zafer, işgale karşı direniş seçeneğini seçenlerin sayılarının artmasına vesile oldu ve Şeyh Ahmed Yasin'in attığı tohumların büyüyüp ağaç olmasıyla teşekkül eden Filistin İslâmî Direniş Hareketi (HAMAS) siyaset alanında da büyük bir başarı gerçekleştirdi.
Ahmed Yasin sağlığında düşünceleriyle, örnek tavrıyla ve kararlı mücadelesiyle, ölümünde de şehadetiyle cihad yolunu aydınlatanlardan oldu.
Hayatıyla da Ölümüyle de Örnek Olabilmek
Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurur:
"Bizim uğrumuzda cihad edenleri biz elbette yollarımıza iletiriz. Muhakkak ki Allah iyilik edenlerle beraberdir." (Ankebut suresi: 29/69)
"Allah: "Elbette ben ve peygamberlerim galip geleceğiz" diye yazmıştır. Şüphesiz Allah güçlüdür, yücedir." (Mücadele suresi: 58/21)
Ahmed Yasin, sağlık durumunun kötüleşmesine, maruz kaldığı kötü uygulamalara ve bedensel özürlü olması dolayısıyla zindanda çektiği sıkıntılara rağmen işgalciler karşısında hiçbir taviz vermedi.
Ahmed Yasin bedensel özürlü olmasına rağmen bütün hayatı boyunca iman, direniş, hak bildiği yoldan asla sapmama ve kararlılık konusunda hep örnek bir şahsiyet oldu. Fakat sadece hayatıyla değil ölümüyle de örnek oldu. Bir sabah namazının ardından, cemaatle namazı kıldıktan sonra, en yüce arzusu olduğunu her zaman dile getirdiği şehadeti kucaklayarak. Onun böyle bir vakitte, böyle bir halde şehadeti kucaklaması inşallah, Yüce Allah'ın onun davasındaki ve temennilerindeki samimiyetine olan mükâfatıdır. Allahu teala mekânını cennet eylesin. Onun yolunu sürdürenlere de zafer nasip eylesin.
Şehadet: Ölümsüzlüğe Açılan Kapı
Siyonist işgal devletinin sıkça tehdit ettiği ve değişik zamanlarda da hedef aldığı Şeyh Ahmed Yasin'in dünya hayatı 22 Mart 2004 sabahı gerçekleştirilen bir insanlık dışı saldırı neticesinde şehadetle son buldu. Ancak biz inanıyoruz ki bu bir ölüm değil, ölümsüzlüğe açılan bir kapıydı. Çünkü Yüce Allah bize Allah yolunda öldürülenlere ölüler demememiz gerektiğini, çünkü onların Allah katında diri olduklarını bildiriyor.
Bir Direniş Sembolü
Şeyh Ahmed Yasin bütün vücudunun felçli olmasına rağmen Allah yolunda mücadele etmekten ve başkalarını da bu yolda mücadeleye teşvikten geri kalmaksızın dolu dolu bir ömür geçirdi. Bu yüzdendir ki onun 67 yıla sığdırabildiği faaliyetleri birçoklarının bu sürenin on katında bile gerçekleştirebileceklerinden fazladır.
O bedeniyle ilgili engelleri aşamasa da, bunu çok fazla önemsemedi. Böylece örnek bir şahsiyet, örnek bir tavır sergiledi. Dolayısıyla gösterdiği bu örneklik hak davada mücadeleye meyilli olanları cesaretlendirdi. Örnek bir hayat ortaya koyduğu gibi "Allah yolunda şehit olmak en ulvi gayemizdir" sözüne sadık kalarak dünya hayatını noktalarken de örnek oldu.
Sevenleri Nezdinde de Ölümsüzlüğe Kavuştu
Yüce Allah'ın ayeti kerimesi hükmünce şehadetiyle Allah katında ölümsüzlüğe kavuştuğuna kanaat ettiğimiz Şeyh Ahmed Yasin'in, ortaya koyduğu o örnek hayat ve örnek şehadetle dünyadaki nesiller nezdinde de ölümsüzlüğe kavuştuğuna inanıyoruz. O bütün zorlukları göğüsleyerek hak bildiği çizgide kararlılıkla yürümesinden dolayı nesillerin müteselsilen örnek alabileceği bir mücadele tarzı ortaya koymuştur. Hakka davet edişinde ve yönlendirişinde insanların zihinlerini açmaya, önlerini aydınlatmaya çalışmıştır. Dolayısıyla hem teorisini hem de pratiğini ortaya koyduğu bu mücadelesiyle nesiller boyunca anılacağına ve böylece bedenen aramızdan ayrılsa da örnek kişiliğiyle ve fikirleriyle yaşayacağına inanıyoruz.

Şehadetinin 6. yılında Emir Hattab'ı anıyoruz


Hayatını cihada adamış Kahraman yiğit komutan Hattab ı şehadetinin 6.yılında rahmetle anıyoruz.

İşgalci Rusya güçlerinin Afganistan, Tacikistan ve Çeçenistan işgallerine karşı Müslüman kardeşlerinin özgürlük mücadelesinde en ön saflarda yer aldı.

Özellikle Çeçenistan cihadında birinci ve ikinci savaş sırasında isminden çokça söz ettirdi. Rus güçlerinin ağır kayıplar verdiği operasyonlarda hep o nun adı vardı ve adeta İşgalci Rus güçleri için korkulu rüya haline gelmişti.

1996 yılının sonbaharında Rusya’nın Çeçenistan dan çekilmesinden sonra Hattab Çeçenistan’da Milli Kahraman ilan edildi. Şamil Basayev ve Salman Raduyev gibi Çeçenistanın en büyük kumandanlarınında katıldığı bir törenle kendisine Üstün Cesaret Madalyası takdim edilip ayrıca Çeçen Hükümeti tarafından General rütbesi ile onurlandırıldı. Cevher Dudayev şehadetinden önce hal ve davranışlarıyla Hattabı her zaman takdir ettiğini göstermiştir.

Onun hayatı bütün Müslüman gençlere örnek bir hayattı. Çeçenistan ve Kafkas gençlerinin İslami ve askeri eğitimlerini alması konusunda gayretli ve öncü isimler arasındaydı.

O gösterdiği izzetli direniş ve fedakârlıklar ile sadece Çeçen ve Kafkas halkının değil, Tüm dünya Müslümanlarının sevgisini kazanmıştı.

15 yılı aşkın cihad hayatında Çok istemiş olduğu şehadete 19 Mart 2002 tarihinde o nu cihad meydanlarında yenemeyenlerin ihaneti ile zehirlenerek şehid olmuştur.

Şehadeti Müslümanları gözyaşında bıraksa da, Bugün hala komutan Hattab ın gurubu O nun göstermiş olduğu yoldan ilerlemekte ve Çeçenistan daki işgalin karşısında direnişlerine devam etmektedir.

Şehidimizi tekrar rahmetle anarken Rabbimiz den O nun derecesini Firdevsi Ala ya yükseltmesini isteriz.



KOMUTAN HATTAB

Arap Körfezinde varlıklı ve kültürlü bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Çok cesur, kuvvetli ve gözü pek bir genç olarak yetişmişti.

1987 yılında istilacı Rus ordusuna karsı Afganistan Cihadını en yoğun dönemlerindeydi. Dünyanın dört bir tarafindan Müslüman gençler Rusya işgaline karşı cihad etmek için Afganistan a gidiyordu.

Dünya’nın Süper Güç olarak kabul ettiği Rusya’ya karsı yapilan mücadele ve gösterilen olağanüstü kahramanlıklar Müslümanlar arasında yayılıyordu. Hattab bu dönem içerisinde birçok arkadaşının ve akrabalarının yaptığı gibi Afganistan`a kısa bir ziyarette bulunmaya karar verdi. 1987 de ailesi ile vedalaşıp evinden ayrılan Hattab o günden sonra bir daha evine, ailesinin yanına dönmedi.
Bir mücahit, Hattab in ilk kez Celalabad daki eğitim kampına geldiğinde gördüğü zamanki izlenimlerini söyle anlatıyor: "Celalabat daki eğitim kampı hemen her gün gelen ve gidenlerle dolup boşalıyordu. Ruslar’a karsı büyük bir operasyon hazırlığı içindeydik, eğitimini tamamlayanlar eşyalarını alıp cepheye gidiyorlardı. Biz cepheye gitmek için yola çikarken yeni bir grup geldi. Hattab'ı ilk kez o zaman gördüm. 16-17 yaslarında henüz sakalları yeni yeni çıkan uzun saçlı bir genç.. ilk yaptığı şey kamp komutanlarına gidip kendisini cepheye göndermesi için yalvarmak oldu. Komutanlar gitmesine müsaade etmediler. Yanına gidip kendisini tebrik ettim ve adini sordum. Ibn-ul-Hattab la böylece tanışmış oldum."
Hattab eğitimini tamamladıktan sonra cepheye gitti. Sonraki 6 yilda, artik Hattab 20. yüzyılın gördüğü en cesur ve çetin Mücahit Kumandanları arasına girmiştir. Karsı saldırı ve ateşlerden kaçmaması ve yaralandığın da acısını gizlemesi ile tanınır. Hem normal hem de özel Sovyet güçlerine karsı birçok operasyon, pusu ve baskınlarda bulunmuş ve 1988-1993 yılları arasında içlerinde Celalabad, Host ve Kabil ün ele geçirilmesi ninde (fethininde) bulunduğu Afganistan'daki bütün önemli operasyonlara katılmıştır. Allah’in inayeti ile birçok kez ölüm tehlikesi atlatmıştır.
Bir mücahit, Hattab’in Afganistan’da karnından 12.7 mm’lik ağır bir makineli mermisi ile yaralanmasını söyle anlatıyor: (12.7 mm‘lik bu silah zırh delici olarak kullanılmaktadır ve insan vücuduna isabet etse onu kıyma haline getirir, bunu her askeri uzman tasdik edecektir.)
"Operasyon sırasında biz cephe gerisinde ufak bir evde idik. Aksam olmuştu ve savaş çok çetin bir şekilde devam ediyordu. Hattab birden odadan içeri girdi, yüzü solgundu, bir şey olmamış gibi davranmaya çalışıyordu. Yavaşça yürüyerek bize doğru geldi ve yanımıza oturdu. Herhangi bir acı ifadesi göstermiyordu ama bir şeylerin yanlış gittiğini anlamıştık, genellikle suskun birisi olmayan Hattab, oldukça sessizdi. Yaralanıp yaralanmadığını sorduk. Ufak bir sıyrık, önemli bir şey yok, dedi. Bir kardeş yanına gidip yarasına bakmak istediğinde önemli bir şeyin olmadığını tekrar ederek onu geri çevirmeye çalisti ama kardes Hattab'i zorlayarak yaraya baktı, elini karnına koydu. Hattab'in yarası şiddetli bir şekilde kanıyordu, elbisesi tamamen kana bulanmıştı. Hemen bir araç çağırarak onu bir an önce en yakin hastaneye ulaştırmak için harekete geçtiğimizde halen bunun hafif bir yara olduğunu önemli bir durumun olmadığını söylüyordu."
Tacikistan da el yapımı bir el bombasını atarken elinde patlaması sonucu sağ elinin iki parmağını kaybetti. Mücahitler Pesavara gidip orada tedavi olması için ikna etmeye çalıştılar ise de o, Hz. Muhammed (S.A.V.) efendimizin sünneti üzere yarasını biraz bal ile sarmış ve arkadaşlarının teklifini reddedmis, bunun için Pesavar’a kadar gitmeye gerek yok demiştir. Parmakları her zaman benzer bir şekilde bandajlıydı.
Komünistler bozguna uğrayıp, Sovyet ordusu Afganistan’ı terk etmek zorunda kaldığı zaman, Hattab ve bir grup arkadaşı bu sefer Tacikistan’da ayni düşmana karşı bir savaşın haberini aldılar. Bunun üzerine eşyalarını toplayarak bu grupla beraber 1993 yılında Tacikistan'in yolunu tuttu. Tacikistan'da 2 yıl boyunca karlı, dağlık arazide cephane ve mühimmat eksikliği içinde mücadele ettiler.
Tacikistan'da geçen 2 yılsonunda, Hattab 1995 yılları basında küçük grubu ile Afganistan'a döndü. O zamanlar, İslami tavır ve kararlılıkları ile herkesi şaşırtan Çeçenler'in Ruslar'a karşı savaşı yeni yeni başlıyordu. Hattab bir aksam uydu televizyonunda gördüğü Çeçenistan haberi görüntüleri üzerine hissettiklerini söyle açıklıyor: "Üzerinde ‘La ilahe illallah’ yazılı saç bantları takan ve tekbir getiren Çeçenleri gördüğüm zaman Çeçenistan'da bir cihad olduğuna ve oraya gitmem gerektiğine karar verdim."
Hattab, 1995 yılının baharında Afganistan'dan 8 mücahit arkadaşı ile birlikte Çeçenistan'a geçti. Afganistan ve Tacikistan'da yaşananlar, Çeçenistan'da 4 yılda yaşanan kahramanlıklar yanında çocuk oyuncağı gibi kaldı. Resmi Rus kaynaklarına göre 2 yıllık Çeçen Rus savaşında öldürülen Rus askeri sayısı Afganistan'daki 10 yıllık kayıplarından fazla idi.
Hattab ve arkadaşları Afganistan'dan geldiklerinde bölgelerindeki Çeçenlere savaş ve İslami eğitim vermekle işe başladılar. Çeçenistan'da (Khartoshoi 1995, Shatoi 1996, Yashmardy 1996) ve Rusya içinde (Dağıstan 1997 ve 1999) çok önemli operasyonlara katıldılar.
En şanlı operasyonlarından birisi, 16 Nisan 1996 tarihinde komutasındaki 50 kişilik mücahit grubuyla 50 araçtan olusan Rus konvoyunu tamamen imha ettikleri Shatoi Pususudur. Resmi Rus kaynakları bu pusuda 26 si rütbeli olmak üzere 223 Rus askerinin öldüğünü ve bütün araçların bertaraf edildiğini bildirmişti. Bu operasyon Moskova'da 2 veya 3 Rus generalinin görevlerinden alınmasına sebep olmuş ve Boris Yeltsin operasyonla ilgili haberleri Rus Parlamentosunda bizzat duyurmuştu. 5 mücahidin sehitlik mertebesine ulaştığı bu operasyon filme alınmış ve fotoğraflarla tarihe kaydedilmiştir. Bundan birkaç ay sonra Hattab grubu ile Rus Askeri Kışlasına yaptığı başka bir baskında Rus helikopterlerini AT-3 uzaktan yönlendirilen tanksavarlarıyla düşürdüler. Bu operasyon da filme alınmıştır. Ayrıca grubundan bazı mücahitler 1996 Ağustosu’nda Şamil Basayev’in komuta ettiği ünlü Grozni saldırılarında görev almıştır.
22 Aralık 1997 yılında tekrar sahneye çıkmış, komuta ettiği 100 Çeçen ve Yabanci Mücahidden oluşan grubu ile Rusya içine 100 km sızarak 136. Motorize Zirhli Tugayi Merkezine saldırıda bulunmuştur. Bu baskında 300 Rus aracı tahrip edilmiş ve birçok Rus askeri öldürülmüştür. Birisi Hattab'in kumandanlarından olan Abu Bakr Aqeedah olmak üzere iki mücahit bu baskında şehit olmuştur.
1996 yılının sonbaharında Rusya’nın Çeçenistan'dan çekilmesinden sonra Hattab Çeçenistan’da Milli Kahraman ilan edildi. Şamil Basayev ve Salman Raduyev gibi Çeçenistan'in en büyük kumandanlarininda katıldığı bir törenle kendisine Üstün Cesaret Madalyası takdim edilip ayrıca Çeçen Hükümeti tarafından General rütbesi ile onurlandırıldı. Cevher Dudayev sehadetinden önce hal ve davranışlarıyla Hattab'i her zaman takdir ettiğini göstermiştir.
Hattab cihadın Medya alanına da taşınması gerektiğine inanmaktadır. "Allah bizden kâfirlere karşı onlar bizimle nasıl savaşıyorlarsa öyle savaşmamızı istiyor" Onlar medya ve propaganda yolunu kullanıyorlar, öyleyse bizde kendi medyamızla onlara karşı savaşmalıyız demiştir. Bu yüzden bütün operasyonlarının filmlerinin kaydedilmesine özen gösterir. Afganistan, Tacikistan ve Çeçenistan'daki savaş görüntülerini içeren 100’lerce videokasetinin olduğu bilinmektedir.
Düşman medyasının yalan, yanlış iddialarına yanıt olarak sadece sözlerin yetmeyeceğini ve video görüntülerinin de cevapta yer alması gerektiğini savunmaktadır.

Hattab birçok Müslüman tarafından günümüzün Halid b. Velid'i olarak sevilirdi. Ancak vakti geldiğinde öleceğine ve bu vaktin Allah tarafından belirlendiğine, ne bir dakika önce ne bir dakika sonra olacağına yakinen inanırdı. Birçok kez ölümden son anda kurtuluştu. Bunlardan en önemlisi Ruslar tarafından bombalanan 4 tonluk bir Rus aracındayken oldu. Kamyon takla atıp ters dönerken, Hattab yara almadan kurtuldu.
Zeki ve cesurdu. Ciddi bir kişiliğe sahipti. Askerleri tarafından çok sevilir, ciddiyetsizliğe tahammül edemezdi. Askerlerini sürekli teftiş eder, kişisel problemlerini çözer ve harcamaları için kendi cebinden harçlık verirdi. Her birisi öldüğünde yerini alabilecek kapasitede iyi yetişmiş, tecrübeli komutanlardan oluşan bir kadrosu vardı.
Hattab, Ruslar Kafkasya'dan Orta Asya’ya kadar bütün Müslüman topraklarını tamamen terk edip gidinceye kadar onlarla savaşmaya azmetmişti. "Ruslar'i ve taktiklerini biliyoruz. Zayıf yönlerini de bildiğimiz Rus Ordusuna karsı savaşmak bizim için başka bir orduyla savaşmaktan daha kolay." demişti.
Yıllarca Rus işgaline karşı İslam coğrafyasını savunmak için Müslüman kardeşlerinin yanında yer aldı. Her operasyonda en önde yer aldı. Sayısız yara aldı. Düşman güçlerine büyük yenilgiler tattırdı. Dünyanın süper güç olarak bildiği İşgalci Rusya ordusunu yapmış olduğu operasyonlar ile çaresiz ve aciz konuma düşürdü. Kendisi ile savaş meydanlarında baş edemeyen İşgalci güçler, O na ihanet çemberi ördüler ve Komutan Hattab ı zehirleme yolunu seçerek 19 Mart 2002 günü şehid ettiler.

Ne mutlu sana ve Senin yürüdüğün yolda ilerleyenlere…

Ey Şehidimiz!.. Allah sen den razı olsun ve Seni Firdevs i ala da Peygamberimize komşu kılsın.. ÂMİN



NOT; video paylaşım sitelerindeki engellemelerden dolayı trtube üzerinden video yayınlanmaktadır. güncellenmesi için video sıra beklemektedir. youtube engellemesi kalktığında klip i daha rahat seyredebilmeniz ümidiyle..

Türkiyeli Şehit Komutan Bilal







Cihad meydanların
daki hizmetleriyle göz dolduran kardeşimiz Bilal , Bosna , Keşmir ve Çeçenistan'da savaştı, en son gittiği Çeçenistanda gösterdiği başarılar nedeniyle komutanlık rütbesi verildi. Çeçenistana giden Türk gönüllü mücahidlerin yanısıra emrinde Çeçenler ve Araplar vardı, bir çok baskını yönetti, savaşlardan birinde mayına basarak ayaklarından birini kaybetti, tedavi için Türkiyeye geldi tedavinin ardından da Çeçenistana döndü. Mübarek bir gecede bulundukları korunağın içinde Kuran okumakla meşgulken ruslar etraflarını sardı nöbetçinin alarm vermesi üzerine korunaktan ilk önce Komutan Bilal çıktı ve ilk vurulan oldu oracıkta şehid oldu. Ardından orada bulunan bütün Türkiyeli mücahidler şehid düştü. Şehid olana kadar Türkiyeli mücahidlerin birliği bir çok rus öldürüp işgalcilerin korkulu rüyası haline gelmişlerdi ..Hepsini Rahmetle anıyoruz.





Bilal abinin babasının bir söz vardı "oğullarımdan biri doktor olsun biri şehit Rabbim" Ve Allah bu duasını kabul etti..
Bilal abi şehit kardeşi ise doktor oldu...

Çeçenistana gitti.. İlk geldiğinde bir ayağını kaybetti..
tedavi oldu protez ayakla tekrar savaş meydanına gitti..
geldiğinde çenesi bir patlama esnasında dağılmıştı..
tekrar tedavi ve tekrar çeçenya..

ve son gelen ise şehadet haberiydi..


Bilal abi eşini ve oğlunu arkasında bırakmış ve en kutlu mertebeye yol almıştı..

Çeçenistandan gelen eşi türk vatandaşlığına kabul edilmedi..
Türkiye Çeçenistanı tanımıyordu..

Acıyorum ülkemin bu haline acıyorum..

Rabbim sen Bilal Abimizin şehadetini kabul eyle..

bizlerere şehadeti nasip eylesin..




Konyalı Mucahid Şener

Şehadet en büyük aşk, Şehid en büyük Aşıktır.

Bugün bu yiğitler, Afganistan’da, Çeçenistan’da, Filistin’de, Irak’ta ve dünyanın diğer bölgelerinde eşi görülmemiş kahramanlıklar sergilemekte ve Hakk’ın şahitliğini yapmaya devam etmektedirler. İşte onlardan biri henüz 19’unda yaşamının baharında, bu mücadelenin ön saflarında yer alan ve arzu ettiği şehadete kavuşan binlerce gençten birisi olan Konya’lı Mücahid Şener’dir….

Mücahid 1984 yılında dünyaya gelmişti. O’na isim olarak Mücahid’i seçenler, hiç yanılmamıştı. Mücahid bin aydan daha hayırlı olan Kadir gecesinde, çok istediği şehadete kavuşmuştu. Allah, O’nun şehadetini kabul etsin. O’nu Firdevs cennetlerinin varislerinden kılsın. Bizi de şehidlerimizin yolundan ayırmasın.

Mücahid’de diğer akranları gibi güle-oynaya büyüdü. Ta ki, bir şeyleri akletmeye başlayana kadar… Hayatının bu döneminde ümmetin halini daşanmeye başladı. Çevresinde ve dünyada olanlara sessiz kalamazdı. Çünkü O, bir müslümandı. Ve sahip olduğu iman, olanlara sessiz kalmasına engel oldu. Çeçenistan’daki müslümanlara yardım etmeye karar verdi. Hayallerini ve rahat olan yaşamını bıraktı. Kendisine yurt olacak olan topraklara yöneldi. Herkesin kendisine kardeş olacağı topraklara… O, mucahid ulemanın cihad çağrısılarına icabet etme zamanın geldiğini düşündü. Cihad bölgelerine gidip gelen insanlarla konuştu. Müslümanların içindeki bulundukları zilletten kurtulmalarının yollarını araştırıyordu. Allah, hakkıyla iman eden bu gence rahmet etti, O’nu peygamberler, sıddıklar, salihler ve şehidler yoluna iletti.

Mücahid, Allah’ın, mazluma yapılan tecavüzlerin hiçbirinin karşılıksız bırakılmamasının istediğini biliyordu. 2000’li yıllarının başında zulmün kızıl yüzünün tekrar gösterdiği Kafkaslardan gelen ve yankısı hala süren ses Mücahid’e, yıllardır Kur’an ve hadislerden öğrendiği cihadı bizzat gerçekleştirmenin ve özlemini duyduğu şehadete ulaşmanın kapısını aralamıştı. O ses şöyle diyordu. “Ey İslâm ümmetinin aziz evlatları! Aranızda Allah’a verdiği sözde duranlar yok mu? İçinizde bu azmış ve sınırları aşmış köpekleri dur diyecek yok mu? Yahutta samimiyetle ve alçak gönüllülükle ellerini kaldırdığı zaman, duası kabul edilecek bir kişi yok mu? Bizi dualarınızda da mı unuttunuz? Nerede gece yarılarındaki ısrarlı dualarınız? Şimdi dualarınızda unutacaksınız da, ne zaman hatırlayacaksınız? Allah Rasulu şehid olan 70 arkadaşı için dualar etmişti. Bugün binlerce müslüman kardeşiniz öldürülürken sizin dualarınız, yardımlarınız nerede? Siz nerdesiniz? Müslümanların başlarına bir felaket geldiğinde Allah’a yalvarınız. Onların zafere ulaşmaları için her türlü desteği vermekten kaçınmayınız.”

Mücahid’in şehadeti yaşadığı cahiliye toplumun ve bende müslümanlardanım diyen fakat müslümanların içinde bulundukları zilletten kurtulması için kılını bile kıpırdatmayan insanlara karşı bir ihtar ve direnişin yeniden ayaklanışı olacaktır inşaAllah. Allah Mücahid’in ve tüm şehidlerimizin şehadetlerini kabul etsin. O’nun şehadetini tüm insanlığa bir nûr, Allah düşmanlarına da ateş kılsın inşaAllah.

Şehid’imizin abisi anlatıyor:

“Genelde her zaman beraberdik. Çevredeki insanlar, O’nun namaza ve Kur’an’a yatkın olması dolayısıyla çok seviyorlardı. İslâm’a çok yatkındı. İnsanları çok seviyordu, insanlarda O’nu çok seviyorlardı. Çok şirin bir çocuktu. Allah, herkesin içine sevgi vermişti gerçekten. İmam Hatip yıllarını O’nun için dönüm noktası olmuştu. İmam Hatip yıllarında Kur’an eğitimi ve arkadaşları ile iletişimini geliştirdi. Filistin’de, Bosna’da, Çeçenistan’da müslümanlara yapılan bu zulmü gerçekten kınıyordu ve gerçekten çok üzülüyordu. Mücahid’i tanıyan herkes neye üzüldüğünü, niye istediğini biliyorlardı. Herkese diyordu “Ortada erkek yok mu? Bu mazlumlara, bu kadınlara, yardım edecek bir erkek yok mu?” diye.
Benim ticaretle uğraşmama biraz kızardı. Askerden izine geldiğimde, Mücahid ticaret ile uğraşıyordu. Bundan dolayı bu sefer ben biraz O’nu eleştirmiştim. Tabi daha sonra bunu öğrenci evlerine ve eğitimlerine katkı olsun diye yaptığını öğrendim. Gerçekten o zaman duygulanmıştım. Üzüntümüz beraber, sevincimiz beraber, herşeyimiz beraberdi.
Mücahid’i; ya Kur’an okurken görürdük, ya da namaz kılarken… Mücahid, hayatını Allah için yaşamıştı. Hiçbir zaman dünya için, ticaret için bunu da böyle yapalım demedi.
Şehadeti benim için sürpriz olmadı. Öylesine bizi alıştırdı ki, her zaman kendi kendime diyordum, bir gün şehid olacak.. Zaten yaşarken şehiddi.
Annem başta çok üzülüyordu. Allah, gerçekten sabır verdi.”
Şimdi, Mücahid’i davasında kendisine yoldaşlık eden arkadaşlarının anlattıklarıyla tanımaya çalışalım.

Yakın bir arkadaşı Mücahid’i şöyle anlatıyor.

“Mücahid, yaşıtlarının dünyaya bir karış havadan baktığı lise yıllarında, İslâm davasını dert edinmeye başlamıştı. Müslümanların bulundukları içler acısı duruma üzülüyor, acaba ben davam için neler yapabilirim? diye derin düşüncelere dalıyordu. Mücahid’in Kur’an ile dostluğu biz İmam Hatip Lisesindeyken başladı. Bu yolda yardımcı olacağını inandığı ders halkalarına katıldı. Arkadaşlar zulmün son bulması için Allah yolunda, malımızla ve canımızla cihad etmeliyiz derdi.

Dava arkadaşlarından birine Mücahid dendiğinde ağzından şu kelimeler dökülüyor:

“Mücahid, dünyanın değişik bölgelerinde müslümanlara yapılan zulmü ve müslümanların zulme karşı verdikleri cihadı yakından takip ederdi. Rus zulmünün yüzyıllardır hüküm sürdüğü Çeçenistan’ın anlamın O’nun için çok farklıydı. Rus zulmüne karşı verilen cihadda şe hid olan arkadaşları olmuştu. Mücahid’e cihadı ve şehadeti Çeçen Cihadı öğretti desek abartmış olmayız. “Arkadaşlar, iman, davet ve cihad bir bütünün ayrılmaz parçalarıdır. Biz eğer ki iman ettikten sonra davet ve cihad görevimizi yerine getirmezsek imanımızdaki samimiyetimiziden söz edilemez.” dediğini hiç unutmayacağım.

Öğrenci evlerine bir ilim yuvasına çevirmişlerdi. Davası için tebdir peşinde koşanların aksine bu yola malını ve canını adayan kardeşlerin yaptığı çalışmalar O’nun içindeki cihad ve şehadet aşkını daha da alevlendirmişti. Davet ve cihad için çalışmadan geçen bir günü yok gibiydi. Şehadetten bahsederken çoğu zaman boğazı düğümlenir, gözleri yaşla dolardı. Cihad etmeye 5.5 sene önce karar vermişti. Geceleri yaptığımız yürüyüşlerde cihad ve şehadetten bahsederdi. Cihad meydanında daha aktif olabilmek için koşmak, yüzmek gibi kondisyonunu artıracak sportif faaliyetleri yapmaya çalışırdı.”

Bir arkadaşı Mücahid’in cihad meydanına gitmek için her şeyin hazır olduğunu ve birkaç güne kadar yola çıkacağının haberini aldığında sevincinden yerinde duramaz olduğunu, Allah’ın O’nun yüzündeki nûr’u artırdığını ve Mücahid’in yüzüne eskisi gibi bakamadıklarını, yüzünün haya edilecek bir güzelliğe söylüyorlar.

Cephedeki mücahid arkadaşları, henüz 19’unda Firdevs’e varis olan yiğidimizi haya, ahlâk ve takvaya bürünmüş bir güzel olarak tarif ediyorlar.

Dava arkadaşlarından biri Mücahid ile ilgili bir anısını anlatıyor:

“Bir grup arkadaşlarla beraber cihad ve şehadetle alâkalı ayet ve hadisler okuyorduk. Bu sırada ben: “Mücahid! İnşaAllah cenneti kazanırsak, hadi gezelim diye seni çağırdığımızda bizimle gelirsin değil mi? diye sordum. Mücahid bize gülümseyerek “Şu anda meşgulüm arkadaşlar, huriler beni bekliyor, daha sonra gezeriz” derim demiş ve hep beraber gülüşmüştük.

Mücahid’in öğrencilerinden biri, Mücahid şehid olduktan sonra gördüğü bir rüyayı şöyle anlatıyor.

“Hocamı rüyamda gördüm. Elinde uzun bir liste vardı. İçinde şehidlerin isimleri yazılıydı. Beşinci sırada hocamın ismini gördüm.”

Şehidimizin arkadaşları şimdi tek yürek olmuş, cennete şehid olarak uğurladıkları arkadaş larının bir zamanlar dilinden hiç düşürmediği o marşı şimdi hep birlikte söylüyorlar.

ÖZGÜRLÜK TÜRKÜSÜ

Henüz on dokuzunda
Gencecik bir fidan
Filizlendi, filizlendi, filizdendi dağlarda
Katıldı kervanına, dağlarla konuşanların
Ve okudu Özgürlük, Özgürlük türküleri

Silahları saz ettiler, kurşunları birer nota
Kanları kalanlar için, türkü oldu dağlarda

Güneşi doğdu bu sabah
Şehadet yolcularının
Daha gür okundu bugün
Özgürlük Türküleri

Parladı iman ateşi, söndü zalimin güneşi
Bir yiğit daha katıldı,
Özgürlük korosuna

Silahları saz ettiler, kurşunları birer nota
Kanları kalanlar için, türkü oldu dağlarda

Dağlar, yürekler…
Ve dağlarda bir inançla sana söylenmiş türküler…
Ey Özgürlük…
En yüce sözle kutsandık ikimiz daha doğmadan..
Ben vekili oldum yeryüzünün…
Sense ahdim candan…

***********************

Mücahid’in şehadetine tanık olan arkadaşı anlatıyor.

Bismillahirrahmanirrahim…

O hayatının baharında şehadeti kazanan yiğit bir gencti. O, Rabbinin cennetine aşıktı.. Rabbi’de O’nun isteklerini kabul etti ve O’nu şehidlerin mertebesine çıkardı. Bu asil genci nasıl anlatacağımı bilemiyorum. O’nu anlatırken aciz kalsam da anlatmaya çalışacağım.

“Ben bugünleri çok bekledim. Bugüne kadar sırtüstü çok yattım. Bugün ecir alma ve cennet için yatırım yapma zamanı” derdi.

Vallahi, O’nu, uzak-yakın hiçbir iş işin üşengeçlik yaparken görmedim. O, Allah Rasulunun şu hadisi hep tekrarlardı. “Allah yolunda tozlanan ayağa cehennem ateşi değmeyecektir.”
Mücahid’i ya cephane taşırken, ya sığınak kazarken, ya da mücahidleri gıda ve su taşırken görürdük. O, kendisinin boşa geçecek vaktinin olmadığına şartlandırmıştı.

21 Ağustos’da, tedavi için giden emirimiz Bilal ile gelmişti. Mücahid aramıza gelişinden bir ay sonra, emirimiz Bilal ile bir operasyona katıldı.

Mücahid, 2003’ün Ramazan ayının 27. gecesini nöbette geçirmişti. Sabah 8:30 sıralarıydı. Sığınakta kimimiz Kur’an okuyor, kimimiz ibadetle, kimimizde günlük işleriyle meşgul oluyordu. Nöbetçi; Rusların etrafımızı sardığını ve saldırıya geçmek üzere olduklarını haber verdi. Hemen hazırlandık. Fakat Ruslar saldırıya başlamışlardı. Emirimiz Bilal, sığınaktan çıkar çıkmaz vurularak şehid oldu. Dışarıya çıkanlar iki-üç saniyede şehid oluyorlardı. Sığınağın önünde bir metrelik bir çukur kazmıştık. Dışarı çıkıp ateş ederek o çukura atlamayı düşündüm ve atladım. Bacağımdan ve yanağımdan hafif şekilde yaranlanmıştım. Benden sonrada Mücahid, benden tarafa doğru gelmeye başladı. Çukura tam atlarken diz kapağına büyük bir kurşun isabet etti. O’nu çukurun içine çektim ve çatışmaya oradan devam ettik. Mücahid’in dizkapağına isabet eden kurşun O’nu ağır bir şekilde yaralamış ve dizkapağı arka tarafa doğru kırılarak dönmüştü. Ruslarla aramızdaki çatışma devam ederken, Mücahid’in alnına bir kurşun daha isabet etti. O anda Rabbine ve özlemini duyduğu şehadete kavuştu. O ve diğer kardeşler Kadir gecesinin sabahı şehid düştüler.

Mücahid, çok takvalı, cesur bir gençti. O hepimizden yaşça küçük olmasın rağmen davranışlarıyla bize örnek oluyordu. Yaşına oranla Kur’an ve Hadis bilgisi çok iyiydi. Akşamları Kur’an ve hadis dersleri verirdi. Rabbim, O’nu Firdevs’i A’la’da ağırlasın inşaAllah.
Elazığlı Bilal kardeşin emirlik yaptığı, benim ve Mücahid’in içinde bulunduğu grup, Allah’ın dinin üstün tutmak için, malı ve canı ile farklı ülkelerden geln 14 yiğitten oluşuyordu. Bu gruptan şehid olamayan tek kişi benim.

O, peygamberin de dediği gibi, “Az zamanda çok iş yapan” birisiydi. Aramıza katılalı 4 ay olmuştu.

Abisi:

“Kardeşim Mücahid, Ramazan ayının 27. günü yani Kadir gecesinin sabahı 10:00 sularında şehid olmuş. Annem, kardeşimin şehid olduğu sıralarda bir rüya görmüş. Kur’an okuduktan sonra uyku basıyor. O an rüyasında Mücahid, ayakları bembeyaz nurlar içinde anneme doğru yürüyor. Daha sonra öğrendiğimize göre Mücahid, ayağından yara alarak şehid olmuş.


Rabbim şehadetini kabul etsin.. Bizi de onların yolundan ayırmasın…

O ERLER…

Akrep, hızla yelkovanı kovalaya dursun , hergün, aynı döngü içinde, bîçare; bizler dünyalar dolusu(!) dünya işlerimiz arasında kendimizi, varlık sebebimizi unuturken, varlık sebeplerini unutmayanlar, Rab’lerine verdikleri sözde sadık olanlar bir bir düşmekte toprağın bağrına. Yeryüzünün damarlarına taze kan verilmekte her gün. Ruhsuz bedenler can bulsun, meyyit topraklar dirilsin diye, sevdasıyla sonsuza dek diri kalacak, hiçbir zindanın yalnız bırakamadığı, hiçbir zincirin köleleştiremediği hür bedenlerden, aşkla çağlayarak akan kanlarla sulanmakta mazlum coğrafyamın dört bir yanı. Öyle bir sevda ki bu, İsmailî bir teslimiyetle, en sevdiğini En Sevdiğine feda etme yarışı…Öyle sevda ki; İbrahimî teslimiyetle en sevdiklerini, ardına dönüp bakmadan En Sevdiğine emanet edip gitme imtihanı… Ensar ve muhacir misali, malları ve canlarıyla acı çeken, işkence gören kardeşlerinin yanında olma, düşmanlarının ağızlarıyla söndürmeye çalıştıkları Allah’ın dinini üstün tutmak uğruna dünyalık her şeyden geçme sınavı. Öyle bir sevda ki; candan, canandan geçilesi, seve seve yollara dökülesi bir sevda…

Vakit, artık yola düşme vaktidir. Gece ayazlarında teheccüdlerle buluşma vaktidir. Sarp dağların doruklarında, güneşle uyanan kuşlarla hasbihal etme vaktidir. Vakit, yeni doğan günün şafak vaktidir, ölümcül derin uykulardan uyanma vaktidir. Ötelerden habersiz dünyalara, öteleri anlatma, tek ve gerçek kurtuluş nizamını ulaştırma vaktidir.

Ölüm…Nedir ki ölüm? Ölüme güle oynaya gider mi insan? İddia ediyoruz ki, Evet. “Ben ölümü öldürmüşüm, gayrı ne yapsın bana ölüm” diyen yiğitler ispatlar bu iddianın ne denli gerçek olduğunu ve kanlarıyla imza atarlar bu gerçeğin altına. Ne anlamlı bir sözleşmedir bu, ne kârlı bir alışveriştir fani olanı verip baki olanı almak. “Ölümü öldürüş”… Ve ötesinde sonsuz hayata adım atış…Uğrunda can verilen Sevgiliyle vuslat anı. Allah ve dini uğrunda, buradaki bütün kıymetlilerden geçerek, karşılığında en kıymetlilerin bile bir anda kıymetlerini yitirdiği, görülebilen ve görülemeyen bütün soyut ve somut maddeler üstü, “Allah’ın rızası” hedefine ulaşmak. Alev deryasında kulaç atmaya çalışırken, çiçek bahçesinin rayihalarını soluklamak. Dikenli yollardan geçmeye çalışırken, kuştüyü yataklarda uyanmak.

Şairin “ Dünyada renk, nakış, desen ne varsa küsüm, Gözümde son marifet, Azrail’e tebessüm”(1) diye tarif ettiği o son hünere şahitlik eder her bir nurlu çehre… Mahşer gününde Allah’a sunacakları, O’na verdikleri sözde durduklarının ispatı olan kanlarının altında, pırıl pırıldır simaları. Ve tebessüm eder her biri…Neler görmüşler, Mevla nelerle ikram etmiştir onlara bilinmez ama her bir kutlu nefer, sonsuz bir huzur içinde gülümseyerek kanatlanmıştır Sevgili Yurduna doğru.

Düğününe geç kalmış damadın tatlı heyecanıyla koşarlarken Allah için can alıp can vermeye, korku, endişe nedir bilmez onlar. “Allahu ekber” nidaları sararken yerleri ve gökleri, bütün mevcudat eşlik eder tekbirlere. Allah’ın ordularından bir ordu olan kuşlar bölüğü, mermilerin önünde, uçakların altında siper ederler kendilerini, bu vuslat aşıklarına. Her daim Allah’ın nizamını üstün tutarak sürdürdükleri hayatlarını şehadetle taçlandıran kısmetliler, kurtuluş ordusunun saflarına katılırlar bir bir. Onları, sevgililerine uğurlayan analar, bacılar, içlerine akıtırlar gözyaşlarını, bir damlasını düşürmezler toprağa ki, sevdiklerinin diken dahi batmasına kıyamadıkları bedenlerinden oluk gibi akan kanlarının saflığı bozulmasın toprakta...Bozulmasın ki, ab-ı hayat olup yeryüzünün damarları şenlensin onlardan sebep. Can suyu olsun kurumuş topraklara ki; başka başka diyarlarda boy versin ekinler. Meyveye dursun kurumuş dallar. Başaklar toprağı delip kıyama kaldırsınlar başlarını, güneşe dönsünler yüzlerini hep birlikte. Hakkı haykırsınlar Hakk tanımayan dünyaya. Ammar’ın, Yasir’in imanını duyursunlar nemrudî düzenlere.

O yiğitler ki; dönüş gemilerini yakan Tarık’ın askerleri gibidir onlar. “Ya zafer ya şehadet” diyerek teslim olan Allah erleridir. Teslim olmanın anlamını somutlaştırıp idrakimize kabul ettirenlerdir. Mus’ab ruhuyla, Hamza yüreğiyle, Allah’tan başkasına eğilmeyen başlarıyla, Hak yolunda, ilay-i kelimetullah güzergâhında yaktıkları meşalerle yolumuzu aydınlatanlardır. Halid bileğiyle, Ali bakışlarıyla zalimin yüreğine korku salanlardır. Bu kutlu direnişe katılanlar, dirilişi doğuranlardır. Müslüman olmanın bedelini, kimlik Müslümanlarına öğretenlerdir onlar. İnsan takatinin tükendiği yerde, ilahi kuvvetin devreye girdiğinin yüzlerce ispatını sunarlar, hakikatları göremeyen kör gözlerimize. Göklerin ordularıyla birlikte, dünya üzerindeki masum ve mazlum Müslümanların yardımcı kuvvetleridir onlar. Küffara karşı meleklerle omuz omuza çarpışır, ateşin içinden İbrahim misali yürür geçerler. Kurşun yaraları ölümü değil, cenneti getirir onlara… Doğarken ölüme nişanlı olduğunu unutmayıp nikaha koşa koşa gidenler, ölü ve ölümlü hayatın uzun yaşanmışlığına aldanmayıp, kısa ama dopdolu bir hayatı ve ötesini seçenlerdir o yiğitler.

Rabbimizin” Müminlerdendir o erler ki; Allah'a verdikleri ahde sadakat gösterdiler. Kimi adağını ödedi (canını verdi), kimi de beklemektedir. Onlar, ahidlerini hiç değiştirmediler. (Ahzap 23)” diye bildirdiği erlerdir onlar. Onlar sözlerinde durdular, sözlerini unutmadılar. Adaklarını yolladılar Alemlerin Rabb’ine seve seve...Ahidlerini değiştirmediler.

Akrep, hızla yelkovanı kovalaya dursun her gün, aynı döngü içinde, bîçare, bizler dünyalar dolusu(!) dünya işlerimiz arasında kendimizi, ahdimizi unuturken, ahidlerine sadakat gösterenler, Rab’lerine verdikleri sözde sadık olanlar bir bir düşüyor toprağın bağrına. Yeryüzünün damarlarına kan veriliyor her gün..Her yerde filizler boy veriyor…Çiçek açıyor kurumuş dallar. Ve ölümü öldüren ölümsüzler kafilesi, şafak vaktini müjdeliyor bütün mazlumlara…

(1) : Necip Fazıl Kısakürek

Nesibe Çiğdem

Çeçenistan'dan Şehadet Haberi


Ünlü Çeçen Komutanlarından Şehid Arbi Barayev'in "İslami Tabur" adlı grubun Komutan Yardımcısı Rabbani Rus işgalcilerle girdiği çatışmalarda şehid oldu. Komutan Rabbaniyle birlikte iki mücahid daha şehid olduğunu bildirildi...Komutan Rabbani Merkez cephesinde Groznıy bölgesinde Rus işgalcilere karşı mücadele veriyordu. Vedeno ilçesine diğer mücahid birlikleriyle bir toplantıya giden Rabbani ve onun arkadaşları Rus işgalcilerin kurmuş olduğu pusuya düştüklerini bildirildi. Yaklaşık 1saat 50 dakika süren çatışma sırasında Komutan Rabbani ve dava arkadaşları şehid oldular.
Çeçen Online